Bölüm 11

666 31 15
                                    

Bu bölümün açılışına yardim ettiği için AnilAbsolution 'a teşekkür ederimmmm :*

1.Oyun :Maze (Labirent)

Pridd
"Beş oyundan ilki maze. Bu oyun sonunda ne yazık ki bir kişi ölümle yüzleşecek. Labirentte ne tür tehlikelerle karşılaşacağınız meçhul. Bu oyunda sekiz rakip girişi var. Yerlerinizi alın ve unutmayın; gücünüzün yanında zekanızı da tehlikelerden korunmak ve hayatta kalmak için kullanın. Oyun "Sanguinem Solemne (Kan Marşı) 'nin ardından başlayacak. Zafer sizinle olsun!"
Dani Bordr konuşmasını bitirdiği an arenadaki kalabalığın tezahüratları ve haykırışları daha da çok artıyor.  Alnımdan dudaklarıma ulaşan ter damlaları oyuna odaklanmamı zorlaştırıyor. Kan Olimpiyatları'na katılmak bir hataydı diye düşünmeden edemiyorum. Gördüğüm rüyalar aklıma geliyor. Hjälte galibi, Balder denen çocuğu, zihnimden atamıyorum. Neden rüyalarımın odak noktası o? Rüyalarımla bu çocuğun bağlantısı ne?
Soruların cevapsız kalışından ve kalabalığın rahatsız edici gürültüsünden dolayı sersemliyorum. Alnımdaki teri yaprak yeşili olan üst koruyucumun kollarına siliyorum. Saçlarımı yeniden ördüm fakat bu kez o saçma perçemlerim yok. Aptal bir kız gibi görünüp beni hafife almalarını istemiyorum. Kurşun renkli, kısa, düz ve süsten uzak elbiseleriyle sekiz kız taraçadaki yerini alıyor. Kemanlarını asil bir edayla çenelerine götürüp Sanguinem Solemne'yi çalmaya başlıyorlar. Kalabalık anında susuyor. Ölümün sessizliğini andıran melodi dizisi kulakları dolduruyor. Yavaş ve acıklı olan Sanguinem Solemne beni çok rahatsız ediyor. Diğer rakiplerin de aynı şekilde bu buz gibi melodi yığınından huzursuz olduklarını görebiliyorum. Sekiz keman ve sekiz kız o an için bir vücut ve bir kemana dönüşüyor. Parmaklarının inanılmaz esnekliği ve keman çalarken aldıkları hazzı garipsiyorum. Kemana küçük bir kız çocuğuymuş gibi davranıyorlar. Narin ve şefkatli...
Sanguinem Solemne'nin bitmesiyle gökyüzüne sekiz kuş birden hücum ediyor. Bunlar caprimulgiformesler. Kutsal sayılan bu kuşlar; küçük bedenleri, geniş başları ve yuva yapmayişları ile diğer kuşlardan ayrılıyor. Kahverengi kanatları gökyüzünü döverken gökyüzünde insanı mutlu eden bir şekilde süzülüyorlar. Kuşlar sırayla omuzlarımıza konuyor. Omzuma konan kuş onu sevmeme fırsat vermeyip uçup gidiyor. Gözden kaybolmaları uzun sürmüyor. Artık oyun başladı. Labirentin içine doğru adım atiyorum. Korkunun vücudumu ele geçirmesine izin veremem. Derin nefesler alarak dikkatli bir şekilde labirentin içinde ilerliyorum. Çıkışı bulmak ve tehlikelere göğüs germek zorundayım. Labirentin tamamı gri ve devasa boyutlardaki taşlardan oluşuyor. Labirentin zeminindeki toprak siyahın en yanıltıcı tonunda. Taşlardaki çatlaklar ve toprağın garip dokusu korkumun dışarı çıkmasına sebep oluyor. Kendi içimde savaş veriyorum. Kontrolü ele geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Otuz metre ilerledikten sonra yolu ikiye ayrıldığını görüyorum. Sağıma ve soluma bakıp yolları incelemeyi, tehlikelere dair bir kaç ipucu bulmayı hedefliyorum fakat olmuyor. Toprağın siyahı bazı şeyleri fark etmemi engelliyor. Sol yola giriyorum. Girdiğim an sağdaki yol hemen kapanıyor. Taştan bir duvar örülüyor. Adımlarım hızlanıyor. Buradan nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Labirentin bütün yolları aynı.  Icgüdülerime güvenmeliyim. Sakinleşmeli ve bu labirent denen tuzak dolu kapandan kurtulmalıyım. Labirentin içinden yükselen sesler ürkmeme neden oluyor. Kırk metre daha ilerledikten sonra sol yolun çıkmaz bir yol olduğunu anlıyorum. Arkamı dönüp hızlı bir şekilde yönelebileceğim herhangi bir yol arıyorum.  Sağımda yeni bir yön beliriyor. Başka çarem olmadığı için bu yola giriyorum. Girdiğim anda bu yolun diğer yollardan farklı olduğunu anlıyorum. Daha geniş ve daha ürkütücü. Labirentin havası birden değişiyor. Üşüdüğümü hissediyorum. Toprağın ne denli soğuk olduğunu sandallarımın tabanından geçen dondurucu havayla anlıyorum. Ayak parmaklarim  buz kesiyor. Titreye titreye ilerliyorum. Biraz daha ilerledikten sonra duruyorum. Bir çift sarı göz görüyorum karanlığın içinde. Gölgelerin arasından çıkıyor yaratık. Bir çok kafaya sahip büyük boyutlarda bir yaratak bu. Yaratıgın Hidra olduğunu anlamam uzun sürmüyor. Olduğum yerde öylece kalıyorum. Vücudum tüm fonksiyonlarını kaybetmiş gibi hissediyorum. Hidra yavaş yavaş bana doğru geliyor. Başlardan çıkan korkutucu sesler kendime gelmemi sağlıyor. Koşmaya başlıyorum. Hidrayı yenmem mümkün değil. Bir silah, beni ölümden kurtaracak bir materyal arıyorum.  Sağıma soluma bakarak koşmayı sürdürüyorum. Hidranin hızı artıyor. Büyük gövdesi ve tehlikeli bir çok başıyla beni öldürmeye, zehirli nefesiyle beni eritmeye geliyor. Solumdaki yola giriyorum. Olabildiğince hızlı koşuyorum. Hidranin sesi güçleniyor. Ondan nasıl kurtulacağıma dair en ufak bir fikrim yok. Ölümün yakamda olduğunu yolun bitimini görmemle anlıyorum. Çıkmaz bir yola sapmışım. Kaçacağım herhangi bir yer yok. Gri taş duvara siniyorum. Hidra tam karşımda duruyor. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi ölümü de engellemenin herhangi bir yolu yok. Beni köşeye kistirdigi ve öldüreceği için zevkle haykırıyor Hidra. Yaklaşıyor, yaklaşıyor. Bu işkencenin bir an önce bitmesini ve ölüm denen o karanlıkla buluşmayı istiyorum. Hidranin sahip olduğu tüm başlar zehirli nefesleriyle beni yok etmek için ağızlarını açıyor. Olanlar oluyor. Açık mavi gözlerim bir kıvılcım gibi parlıyor. Kendimi çok ama çok güçlü hissediyorum. Vücut ısımın arttığını ve artık üşümedigimi görüyorum. Gözlerim kor bir ates gibi yanıyor. Duvardan destek alarak doğruluyorum ve Hidranın üzerine doğru yürüyorum.  Zehirli nefesi bana işlemiyor. Bedenimin oluşturduğu ışığımsı saydam kalkan beni koruyor. Hidranin en büyük başıyla yüz yüze geliyorum. Kor ateş gibi yanan gözlerimle sarı ve vahşi gözlerin içine bakıyorum. Hidranin sahip olduğu tüm kafalar erimeye başlıyor. Hidranın çığlıkları labirenti inletiyor. Her adımımla birlikte Hidra geriliyor. Kendini çektiği acıdan kurtarmak için duvarlara çarpıyor. Benden kaçmak istiyor ama bunu yapmak için yeterli gücü kendinde bulamıyor. Labirentte birden beliren o etkili ve sıcak rüzgar örgü halindeki saçlarımı çözüyor. Rüzgarla birlikte kızıl saçlarım dalgalarin şiddetini arttırdığı bir deniz gibi savruluyor. Hidra git gide eriyor ve en sonunda siyah kanı siyah toprakla buluşuyor. Hidranın ölmesiyle gözlerimdeki ateş sönüyor. Yere çöküyorum. Kendimi çok halsiz hissediyorum. Yaptığım şeyleri sorgulamaya başlıyorum. Vahşi ve ölümcül bir Hidrayı yendiğime hala inanamıyorum. Başım ağrımaya başlıyor. Uyumak ve bir daha uyanmamak istiyorum fakat bunu yapacak vakit yok. Hemen dogruluyorum ve yeniden koşmaya başlıyorum. Bir ışık huzmesi beliriyor karşımda.  Ona doğru koşuyorum. Işıkla birleştiğimde arenaya çıktığımı anlıyorum. Kalabalık beni gördüğü an resmen çıldırıyor. Goch halkının oturduğu kısım yerinde duramıyor. Bretonlar hariç diğer kelt milletlerinin ilk defa duygularını bu denli belli ettiklerini görüyorum. Gökyüzüne baktığımda güneş sanki bana gülümsüyor. Icime mutluluk yayan bu sıcaklığa karşı ben de ayni tepkiyi veriyorum. Diger rakipler de labirentten tek tek çıkmaya başlıyor. Hjälte galibi Balder'ı görüyorum.  Kaşından ve yüzünün sağ tarafından akan kanla baya çekici görünüyor. Tanrım ne diyorum ben!? Şimdi bunun sırası mı! ? Labirentten en son çıkan kişi Tlaxcallı Sura oluyor. Nippur şehrinden olan adını dahi hatırlayamadığım o sıska çocuğun öldüğünü anlıyorum. Gökyüzünde bir kuş beliriyor. Yavaş yavaş süzülüyor ve artık kanatlarında derman kalmıyor. Cansız bedeni arenanın ortasına düşüyor.

KAN OLİMPİYATLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin