4. Bölüm

3 1 0
                                    

"Seni." Dedi sadece. Gözyaşları yanaklarımdan süzülmeye devam ediyordu. Sertçe yutkunduğum da boğazım acımıştı. "Ben seni istemiyorum. Bırak beni." Kolumdan tutup yatağa sürükledi beni. Yatağın üstüne oturmamı sağladığında yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Uslu bir kız ol ve burada dur. Bir yere kaçamazsın zaten. Kapıda onlarca koruma var... 2 saat sonra geleceğim." Bakışlarımı arkasındaki duvara sabitledim. "Özgürlüğümü elimden alıyorsun. Ben seninle aynı yerde duramam da, senin beni hapsettiğin yerde de duramam." Gözyaşlarımı sildi baş parmağıyla. "Alışacaksın." Kaşlarımı çattım ve buz gibi olan gözlerine baktım. Bakışları gözlerimi delip geçiyordu. Netti, sertlerdi... Gece gibi karanlık ve soğuktu. Fakat tek bir yıldız bile yoktu gözlerinde. Gözleri mavinin en koyu tonu, bakışları kutupların en kuzeyi...

"Alışmak mı?" Dedim zor çıkan sesimle. "Seni bırakmayacağımı söylemiştim." Hızla çıkıp gitti odadan.

Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Odanın içinde volta atmaya başladım. Buradan nasıl kaçacaktım ben şimdi? Kapıyı açtım. Aynı anda bana dönen 20 adamla duraksadım. Hepsini inceledim. Bir anda koşmaya başladığımda önümü bir adam kesti. Bacak arasına tekme atıp koşmaya devam ettim. Diğer birisi belimden tutup çekti. Hızla ona dönüp gözüne yumruk attım. Adam gözünü tuttuğunda diğer iki kişi kollarımdan tutuyorlardı. Hızla kurtulmaya çalıştım. Dirseğimi bir adamın karnına geçirdim. Adam karnını tutarak geri çekildiğinde diğerinin de gözüne yumruk attım, ama hemen kolum başkası tarafından tutuldu. Beni odaya sürüklediler. Gitmek için direnince hiç zorlanmadan havaya kaldırdılar. Boşluğa tekmeler atıyordum. Kollarım acıyordu. Çok sıkı tutuyorlardı. Birisinin telefonu kulağına götürüp bir şeyler söylediğini duydum. Telefonla konuşan adam yanıma geldi ve bir ip alıp ellerimi arkada birleştirip bağladı. Ardından ayaklarımı da bağladı. "Bırakın beni!" Dedim.

Hepsi odadan çıktı ve kapıyı kilitlediler. Zorlukla ayağa kalkıp etrafı taradım. Yerlerde ki kırıklarla ipleri açabilirdim. Zıplayarak oraya ulaşmaya çalışırken ayaklarım birbirine dolandı ve sırtüstü yere düştüm. Sesli bir nefes verdim. Tavanla bakışıyordum. Önüme gelen saçları üfleyerek başka yöne savurdum. Nasıl kalkacaktım şimdi buradan? 10 dakika sonra kapı kilidi açıldı ve içeri birisi girdi. Sonra bana yukarıdan bakan Bora'yı gördüm. "Ne yapıyorsun yerde?" Diye sordu sert bir sesle. "Yıldızları seyrediyorum. Gelsene, çok güzeller." Dedim alayla ve gözlerimi devirdim. "Ne yapıyor gibi görünüyorum? Düştüm!" Bir eli kolumu kavrayıp kaldırdı beni. "Haşat etmişsin adamları." Dedi keyifle. Dudağının ucu kıvrıldı. "Önüme çıktılar!" Diye çemkirdim. Eğilip bacaklarımdan tutup omuzlarına attı. Şimdi de kalçasıyla bakışıyordum. "İndir beni!" Debelensem de fayda etmemişti. Yatağın üstüne bıraktı beni. "Sana kaçmamanı söylemiştim." Ayaklarımdaki ipi çözmeye başladı. "Burada hiçbir şey olmamış gibi oturayım mı yani?"

"Evet." Gözlerimi devirdim.

"Çok beklersin! Beni rehin alamazsın." Eğildiği yerden kalkıp ellerimdeki ipi çözmek için kollarını arkama uzattı. Yüzlerimiz yakınlaşmıştı. Gözlerime uzun süre baktı. Birkaç santim daha gelse dudaklarımız birleşecekti. Yutkundum. Dudaklarımı birbirine bastırdığım zaman bakışları dudaklarıma indi. "Hey!" Dedim uyarıcı sesle. Eli ipi çözdü yavaşça. "Çek bakışlarını üstümden." Diye eklemek zorunda kalmıştım, çünkü hâlâ bakışları dudaklarımdaydı. İplerden kurtulduğum da bileklerimi ovuşturdum. "Sonunda..." Dedim. Geri çekildi. İşaret parmağını bana doğru salladı. "Umarım kaçamayacağını anlamışsındır. Sakın kaçmaya çalışma, zaten kaçamıyorsun." Gözleri koluma kaydığında kaşlarını çattı. Moraran yeri tuttu. Adamın tuttuğu yer hemen morarmıştı. "Kim yaptı bunu?" Omuz silktim. "Adamların." Öfkeyle odadan çıktı. Odanın dışından, "Kim tuttu lan kollarını?!" Diye sorduğunu duydum öfkeyle. Yine kükremişti. "Hangi elinle tuttun kolunu?!" Bu sefer de kükremişti. Vakit kazanabilirdim. Şimdi kaçmam gerekti. Pencereye ilerledim. Yerden 1,5 metre yüksekteydi. Etrafta bir şeyler aradım. Yatakta ki çarşaf dikkatimi çekmişti. Hızla alıp sağlam ve pencereye yakın yere bağladım. Çok film izliyorum, biliyorum. Ama denemekten başka çarem yoktu.

Camdan aşağı sarkıttığım da neredeyse yetiyordu. Hiç düşünmeden çarşafa tutunarak aşağı inmeye başladım. Bir yandan da ayaklarımda duvardan güç alıyordum. Çarşafın bittiği yerde, yerden neredeyse 200 santimetre yükseklikteydim. Aşağı baktım. Atlayabilir miydim? Atlardım. Haydi kızım, yaparsın!

Yere atladığım da büyük bir gürültü çıkmıştı. Etrafı kolaçan ettim. Buraya adam koymamışlar, salaklar!

Biraz koştuğumda bu sefer beni teller karşılamıştı. Burayı da tırmanmam gerekti. Arkamdan, "Nilperi!" Diye seslenen Bora'yı duydum. Öfkeli gözlerinin radarına ben girmiştim. Hızla tellere çıkmaya başladım. Bana yetişiyordu ve benim hızlı olmam gerekiyordu. Tişörtüme bir el yapıştı ve beni aşağı çekti. Çığlık atarken kucağına düşmüştüm. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı yine. "Bunun bir cezası olacak." Dedi öfkeyle. O kadar şeyi boşuna yaptın Nilperi. Boşuna mı uğraşmıştım şimdi ben?

Kucağından indirip kolumdan sürüklemeye başladı. Gözleri çarşafa takılı ve durdu. Sabır diler gibi başını iki yana salladı. "Bununla mı indin aşağı?" Dedi öfkeyle. "Evet." Sesim, neredesin? Nerede benim sesim?

Tekrardan sürüklemeye başladı. Ayaklarımı yerlere sürüyordum. Ama fayda etmiyordu. Hatta hiç zorlanmadan götürüyordu beni. Binanın dışını görmemiştim. Eski ve terk edilmiş bir binaydı. Basamakları çıkıp ardına kadar açık kapıdan içeri girdik. Bizi tekrar merdivenler karşılamıştı. Onları da çıktık. Merdivenlerden çıkıp sağa döndüğümüz de uzun bir koridor vardı. Koridor boyunca sıralanmış adamlar da... Bora adamları es geçip beni koridorun en sonundaki odaya götürdü. İçeri girdiğimiz de kapıyı kapatıp kilitledi. Korkuyla ona baktım. Ne yapacaktı bana? Hızla yatağa ilerleyip yavaşça yatağa itti beni. "Sana kaçma demiştim!" Dedi kükreyerek. "Sen ne yaptın?! Benim dikkatsizliğimden faydalandın ve kaçmaya çalıştın!" Yüzüme doğru kükrüyordu ve ben olduğum yerde küçülüyordum. "Bunun cezası olacak!" Kaşlarımı çattım. "5 yaşındaki çocuğa mı veriyorsun cezayı?" Dedim. "Hayır, davranışları 5 yaşındaki çocuk gibi olan birine veriyorum cezayı! Şimdi izle ve gör!" Telefonunu alıp kulağına götürdü. "Emre bağla çabuk şunu." Karşımdaki televizyon açıldı. Kameralar Barış'ın evini gösteriyordu. "Barış!" Dedim koltukta oturan Barış'ı görünce. Tedirgindi. Birini arıyordu ve ulaşamıyordu. Bendim o kişi... "Dediklerimi yap şimdi Salih. Saat 1 yönünden nişan al. Sana emir verdiğimde sıkacaksın." Gözlerim korkuyla büyüdü. "Hayır, hayır, hayır! Lütfen Barış'a zarar verme. Ben yaptım, bana zarar ver." Ağlamaya başlamıştım.

Telefonu kulağından çekti ve bana döndü. Çenemi iki parmağının arasına sıkıştırdı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Ne yapayım?" Dedi sabrı zorlanıyormuş gibi. "Barış'a bir şey yapma, lütfen. Bana yap, ama ona yapma." Gözleri öfkeyle bakıyordu. Bütün duvarlarını indirmişti ve öfkeyi çıkarmıştı ortaya. "O kadar mı seviyorsun onu?" Cevap vermedim. "Emre, sık." Korkuyla çığlık attım. Ekrandaki Barış yerinden sıçramıştı ve eli koluna gitmişti. "Barış!" Dedim ağlayarak.

Barış benim her şeyimdi, tek ailemdi. Onu uzun zamandır tanıyordum, bana bir tek o sahip çıkmıştı. Bana ailem bakmamışken o bakmıştı. Ona bir şey olmasına asla dayanamazdım. O benim için arkadaştan fazlasıydı, abim gibiydi. Abi şefkati vardı onda. Ne zaman başım sıkışsa, götü başı dağıtsam, gelir toplardı arkamı.

"Barış'ı unut. Bu sefer seni Barış kurtaramaz. Bataklıktasın, benim bataklığımda."

KimlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin