Sevgi, insan gücünü somutlayan bir eylemdir.
Sevme Sanatı - Erich Fromm
parlak bir yaşamım olduğu söylenemezdi. Ancak yine de hayatımın dönüm noktası diyebileceğim bazı keskin olaylar yaşamıştım. her ne kadar bu olaylar bende olumlu etki bırakmasa da dünyaya gözümü açmama vesile olan, hayal dünyamdan beni uyandıran bıçak gibi keskin olaylardı.
normal bir aile olduğumuzu sanıyordum. herkesin babası annesini dövüyor, herkesin annesi evde devamlı içiyor ve her çocuk yalnız büyüyordu. Ancak gerçek bu değildi. ilk arkadaşım ve ilk aşkım Yugyeom'un evine ödev yapmaya gittiğimizde gerçek yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Yugyeom mutluydu. kız kardeşiyle annesiyle babasıyla, yalnız değildi. annesi yemek yapıyor onu seviyor ataklar geçirmiyordu. babası annesini ve Yugyeom'u dövmüyor küfürler etmiyordu.
o an büyük bir yanılgıya düşmekle beraber dünyadaki herkesin Yugyeom gibi yaşadığını sanmış, tanrıdan ve ailemden ilk kez nefret etmiştim. Yugyeom'a olan kıskançlığımsa ileriki yaşlarda nefrete dönüverdi. ilk arkadaşımdan ve ilk aşkımdan uzaklaştım. tüm bu aile saçmalığını öğrendiğimde 10 yaşındaydım. Babamın bizi terkettiğinde 13, annemin alkol komasına girip intihar girişimini öğrendiğimde 14, erkeklerden hoşlandığımı öğrendiğimde 15, annemin eve getirdiği adamların arkadaşı olmadığını anladığımda 16, evden kovulduğumda 18 yaşındaydım.
bütün bu döngü ve olaylar dünyada yaşamak için çıkarcı olmayı gerektiriyordu. Yalancı olmayı, bencil olmayı ve güvensiz olmayı gerektiriyordu. Annemle yaşadığım tüm süreçte çalışmış ve paranın tamamını saklamıştım. evden kovulduğumda üzülmek bir yana mutluydum. Sadece bir terkedilişi daha kaldıramayacağına inandığım için annemin evinde tutsak bir hayat yaşarken sonunda o beni kendi hür iradesi ile özgür bırakıvermişti.
önce bir oda, sonra birden fazla part time işler ve en sonunda tam burslu bir üniversite. devlet okulu olmasına rağmen bu ülkede her okul paralıydı. ancak tüm bu iğrenç yaşamın bana kattığı tek güzellik olan zeka beni okumaya itiyordu. çok fazla çalışmıyordum. hayatımda hiç ders çalışmaktan burnum kanamadı. bir kere okumak bir kere not çıkartmak bana yetiyordu.
sosyal anlamda ise tahmin edilen kadar zayıftım. Arkadaş olmak isteseler bile yaklaşmıyordum. onlarla kafede yiyeceğim para benim elektrik, su ve kira paramdı. onlarla eşit değildim. olmayı da hiç istemedim. ta ki bugüne kadar.
kalabalık bir sınıf grubu ders çıkışı yemek yiyecekleri yeri konuşurken ben markete yetişmeyi planlıyordum. yüksek kahkahalar, şakalaşmalar havada uçuşurken orada onların arasında olmak istedim. ilk defa içimde peyda olan bu hissin sebebi; muhtemelen ders öncesi arka bahçede öptüğü güzel çocuğun belinden tutarak o kalabalık gruba dahil olan Kim Taehyung'tu.
öğrenmek istedim. aralarında ne olduğunu gerçekten sevgili olup olmadıklarını, onu kütüphanedeyken arayan çocuğun bu olup olmadığını öğrenmek istedim. ancak bunun için ne vaktim ne param ne de onlara katılmamı isteyen bir davetim vardı. kendi içimde küçüldükçe küçülürken hızla bu fakülteden çıkmak istedim. ancak o çok sevdiğim derin ses bana seslendi
- "jeongguk! " adım seslenildiğinde kalabalık grup Taehyung'un kime seslendiğini anlamazken ben yavaşça ona doğru döndüm. yanındaki güzel çocuk şaşkınlıkla mırıldandı. "adının jungkook olduğunu sanıyordum" taehyung ise yüzünde bilmiş bir sırıtmayla kalbimin duracağı o yanıtı verdi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dear Liar / Taekook
FanfictionParmaklarım bir kadehi sarar gibi sararken güzel ensesini, dudaklarım sürterken dudaklarına, son nefesimle fısıldadım "Bin parçaya da bölünsem, her bir parçam yine sana aşık olur, yine senin önünde eğilirdi. O yüzden sakın beni ziyan etme Taehyung...