İkimizde arabadaydık zaten benim sesim çıkmıyordu. Sadece abim bir ara endişelenmemem için birkaç şey söyledi. Neredeyse hastahaneye yaklaşmıştık yolun yarısına kadar ağlayarak kendimi toparlamaya çalıştığım için eminim gözlerim şişmiş ve burnum kızarmıştı.
Hastahanenin önünde durur durmaz hastahaneye koştum. Ameliyathanenin yerini öğrenerek oraya doğru koşmaya başladım. Lanet olsun gözlerim yine yanmaya başlamıştı.
Ameliyathanenin önüne geldiğim de Eylül'ü göremedim. Hemen Berk yanıma geldi.
"Serra iyi değil mi? Allah'ım... Yardım et lütfen." Bunları söyledikten sonra gözlerimden yaşlar hızlıca süzülürken bir yandan da hıçkırmaya başlamıştım. Berk o sırada bana sarıldı. Biraz sonra abim geldi.
"Hazan, yeter artık iyice harap ettin kendini gel otur şuraya." Abim beni koltuğa oturttu. O sırada birisi bana su şişesi uzattı. Kafamı kaldırdığım sırada Barış'ı karşımda gördüm. Birkaç saniye çocuğun suratına bakakaldım resmen. Serhat'la gerçekten çok yakınlar galiba.
Suyu alıp teşekkür ettim.
"Eylül nerde? "
"Serra'yla kan grupları uyuştuğu için kan veriyor." dedi Berk.
"Hazan, ben kahve alacağım sen bir şey istiyor musun?" Bunu söyleyen abimdi. Sadece kafamı hayır anlamında salladım.
"Ben Eylül' ün yanına gideceğim." Tam ayaklandığım sırada düşüyordum ki o anda Barış kolumdan tuttu. Yine rezil olmuştum. Bu çocuğa da bir türlü ısınamadım. Bazen çok soğuk bazen de sanki hiç öyle değilmiş gibi. Sinir oluyorum yine de. Dengesiz. Kolumu sertçe çektim.
Selim bu durumu fark etmiş olacak ki hemen yanıma geldi.
"Gel Hazan, ben seni götüreyim. Serhat herhangi bir haber olursa bizi bilgilendir."
"Tamam. Merak etmeyin." Serhat bunları söyledikten sonra Eylül' ün kan verdiği odanın kapısına yaklaşmıştık. Kendimi biraz toparlamaya çalıştım pek beceremesem de. İçeri girdiğim sırada Eylül'le göz geldik.
"HAZAN!"
"EYLÜL!"
Hemen yanına gittim. O benden daha iyi durumdaydı. Bu kadar duygusallık biraz beni sıkmaya başlamıştı. Eylül'ün kan verme işleminin bitmesine az kalmıştı duvarlar üstüme üstüme geliyordu resmen. Dışarı çıkmanın iyi olacağını düşünerek montumu giyip dışarı çıktım.
Hava ayazdı. İlkbahara yeni geçtiğimizden çok soğuk değildi ama ayaz olduğundan hemen burnum buz kesmişti yine de aldırmadım. Yürümeye devam ettim. Daha sonra bankın birine oturdum. Kafamı geriye yaslayıp bana hep umut veren sevdiğim o parlak yıldızları izlemeye koyuldum. Ben düşüncelere dalmıştım ki bir sesle irkildim. Ayrıca yanımdaki boşlukta dolmuştu. Yanıma oturan şahsiyet bana bir de kahve uzatıyordu. Evet doğru tahmin Barış'tı. Kafasına saksı filan düştü herhalde bana bugün yardım ediyordu belki de acıyordu. Kahveyi aldım. Zaten üşümüştüm.
"Yıldızları seviyorsun galiba?" Bir an şaşırdım. Cidden iyi miydi bu çocuk?
"Ha? Evet. Evet seviyorum yıldızları." Sona doğru sesim kısık çıkmıştı. Yine rezillik, yine rezillik.
"Senin için özel bir anlamı mı var?" Neden bu kadar merak ediyordu bu çocuk cidden kafasına saksı düşmüş olmalı.
"Aslında çok özel bir anlamı yok. Sadece bana umut veriyorlar. Biraz da küçüklüğüme dayanıyor. Çok yakın bir çocukluk arkadaşım vardı. Onunla kendimize birer yıldız belirlemiştik. Gün geldiğinde yani büyüdüğümüz zaman yollarımız ayrılabilir diye düşünmüştük. Bu yüzden onun yıldızına bakarak bazen bütün düşüncelerimi anlatırım. Biraz saçma ama..." Sözümü de kesti boşuna dengesiz demiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hazan
Fiksi RemajaHazan'ın sade ama gizli dünyasını keşfetmeye hazır mısın? Belki de öğreneceği şeyler olmasaydı daha normal olan hayatına devam edebilirdi...