Güneş batarken sahildeki açık barın taburelerinde oturmuş meyve sularını yudumluyorlardı. Nayeon pipetini çiğnerken hülyalı gözlerle etrafına bakınıyordu. Oflayıp pipetle meyve suyunu karıştırmaya başladığında, Hongjoong sevimlice başını koluna sürttü.
"Hongjoong, şu an seninle ilgilenemem. Git Seonghwa'ya sırnaş." Nayeon'un homurtusuna karşılık Hongjoong suratını asmış olsada kafasını Nayeon'un omzundan kaldırmadı.
"Bir sorun mu var Yeon? Suratın geldiğimizden beri asık."
Nayeon gülümseyerek Hongjoong'un saçlarını karıştırdı. "Boşver Hong-ah önemsiz bir şey. Diğerlerinin yanına gidip eğlensene."
"Yorgunum. Burda dinlenmeyi tercih ederim. Ve sen ne olduğunu söylemeden gitmeyeceğim." Şirince gülümseyip dişlerini gösterdi.
"Baş belası."
Bir süre boyunca sessizce meyve sularını içerlerken Nayeon sonunda dayanamayıp anlatmaya başladı. "Sahilde biriyle tanıştım." Hongjoong plajda voleybol oynayan Seonghwa'dan gözünü ayırıp Nayeon'a döndü.
"Joong görmeliydin. Hatırladıkça bile kalbim hızlanıyor. Tanrım, o kesinlikle hayatımda gördüğüm en yakışıklı erkekti."
"Peki bunun için mi surat asıyordun? Yakışıklı bir erkekle tanıştığın için?"
"Hayır aptal. Sadece şansımın olmadığını biliyorum. Çevresindeki kızların hepsi çok güzeller. Ayrıca dün tanışmıştık ve bugün ismimi hatırladığından bile şüpheliyim." Heyecanlı sesi sona doğru iyice kısılmıştı.
"Salaksın." Joong bardağın dibindeki meyve suyunu pipetiyle höpürdetti. "Hayatında hiç aynaya bakmamışsın gibi konuşuyorsun. Tanıdığım en güzel kız olabilirsin. Ve eğer o çocuk seni reddederse de kendisi kaybetmiş olur."
"Çevresindeki kızları görmedin bile."
"Elimden gelse şu an sana bir tane çarpardım kendine gelmen için. Ama saygıdeğer kişiliğimi bozmak istemiyorum. Bu yüzden Nayeon, şimdi git ve istediğini elde et."
Nayeon tabureden kalkıp derin bir nefes aldı. "Pekala. Bana şans dile." Hongjoong göz kırpıp gülümsedi. "Go girl!"
Nayeon gittiğinde Hongjoong derin bir nefes aldı. Bugün Seonghwa'yla konuşacaklardı ve saat durmadan ilerliyordu. Böyle giderse bugünde konuşamayacaklardı.
Tabureden kalkıp voleybol oynayanların yanına gitti. Mingi, Yunho ve San bir takım; Seonghwa ve Wooyoung da bir takım olmuşlardı. "Koca kıçını kaldır ve bizim takıma gel Joong. Seonghwa hyung bu oyunda beceriksiz ve üç kişiye karşı tek başıma oynayamıyorum." Wooyoung'un bağırışıyla gülüp sahaya geçti.
"Geldim geldim patlama."
Hararetle oynamaya devam ederlerken Hongjoong topa smaç vurmak için zıplasa da boyu yetmemişti. Ama inadı yüzünden, gelen ikinci topa da smaç vurmak için zıpladığında belini kavrayan kollarla daha yükseğe ulaşmış ve takımına sayı kazandırmıştı. Hâlâ Seonghwa'nın kolları arasındayken dudaklarını ıslatıp gözlerini kaçırdı.
"Aloo, oyuna devam mı etseniz acaba? Aşkınızı odanızda yaşayın." Wooyoung imalı imalı Hongjoong'a bakıp servis attı.
"Yere inebilir miyim artık?" Özellikle Seonghwa'nın gözlerine bakmamaya çalışıyordu. "Bilmem inebilir misin?" Gözlerini devirip Seonghwa'nın kollarında debelendi. "Yere indir beni." Seonghwa diğerlerinin homurdanmalarına aldırmadan oyuncu tavrına devam etti. "Sihirli sözcük."
Joong oflayıp Seonghwa'ya baktı. "Beni yere indirebilir misin, lütfen?" Seonghwa "Aferin." diye mırıldanıp Joong'u kucağından indirdi poposuna ufak bir şaplak attı. Hongjoong beklenmedik şeyle gözlerini irice açıp Seonghwa'ya baktı. Kedi kulakları dikleşmiş, kuyruğundan pek bir farkı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Catboy あ seongjoong
Fanfiction"Eğer gerçekten benimle kalmak istiyorsan uslu bir kedicik olman gerekir. Yaramazlık yapmayı kes." 200321