7

272 44 0
                                    

Hongjoong yarım saate yakındır yatağında uzanmış, telefonuyla uğraşıyordu. Dün gece olanlardan sonra düşündükçe deli olacak gibi hissediyor, bu his onu yiyip bitiriyordu. Telefonda da kafasını dağıtamayacağını anladı ve telefonun ekranını kilitleyip yanına fırlattı.

Wooyoung bu süreçte hep Hongjoong da kalmış, her gün San onu aramış gününü anlatmış, o ise Hongjoong'a her gün San'ın gününün özetini geçmişti. Hongjoong da kalmasının başka bir nedeni daha vardı aslında. Bu koca dünyada onu en iyi tanıyan Woo'ydu ve tek başına kalırsa Hongjoong'un düşünmekten kafayı sıyıracak seviyeye geleceğini biliyordu.

Hongjoong uzandığı yerden sonunda diklendi ve mutfakta yemek hazırlayan Woooyoung'ın yanına adımladı. Dün gece olanları ona henüz anlatmamıştı. Biraz daha kendi içinde yaşarsa patlayacaktı. Wooyoung yanına gelen Hongjoong'u fark edip karıştırdığı yemeği bıraktı ve ona dönüp konuşmasını bekler gibi bir sessizlik oluşturdu. Sessizliği bozan Hongjoong'u tabi. "Konabilir miyiz?" Wooyoung ocakta kaynayan eriştenin altını kapattı ve salona geçti. Hongjoong da arkasından gelip koltuğa yerleştiğinde artık konuşma zamanıydı. "Dinliyorum seni. O kadar gerginsin ki beni bile gerdin şuan." Woo'nun gülümseyerek konuşmasına karşılık Hongjoong biraz olsun rahatlamıştı.

"Dün gece... Bara gittiğim sırada yanıma bir çocuk geldi. İsmi Yeosangmış. Bana onu Hwa'nın gönderdiğini söyledi. Hwa'yı tanıyorsun. Sadece yattığım ve aşık olduğum çocuk. Her neyse... Hwa adımlarına dikkat etmemi söylemiş. Geceden beri kafayı yiyecek gibi hissediyorum Woo. Ne döndüğünü anlayamıyorum. Düşünüyorum ama yok. Neden? Neden bir anda böyle bir uyarı yapsın ki?"

Hongjoong neredeyse hiç nefes almamış sona doğru tüm kelimeleri arka arkaya sıralamıştı. Woo aslında en az Hongjoong kadar merak ediyordu ama arkadaşını daha da germemek için o meraki yüzünden silip hafifçe tebessüm etti."Önce sakin ol. Nasıl yapacaksın bilmiyorum ama gerginliğin çok belli. Sarılmak ister misin hım?"

Hongjoong gelen soruyla şaşırmış olsada kafasını onaylar şekilde aşağı yukarı sallamıştı. Wooyoung yerinden kalktı ve Hongjoong'a yönelip kollarını ona sarıp konuşmaya başladı."Küçük şeyleri bile kafana takıyorsun. Evet bu cidden küçük bir şey gibi görünmüyor ama beynimizi yorarak bir yere varamayız şuan. Bir süreliğine bir kenara atmaha çalış. Her şeyin yoluna gireceğine, dönenlerin ortaya çıkacağına eminim."

Hongjoong biraz olsun rahatlamıştı vücuduna sarılan kollarla ve arkadaşının sakin sesiyle. Woo tekrardan konuşmaya başladı."Hongjoong. Aslında biliyor musun? Kalbinin saflığını ben hissedebiliyorum. Kaç kişi öldürmüş olursan ol. Eğer bu yere düşmeseydin ve bu işlere başlamasaydın çok iyi yerlerde olacağını görebiliyorum."

Hongjoong duyduğunu beklemiyormuşçasına gülümsedi ve sonra kollarını birbirlerinden ayırdılar."Teşekkürler Woo. Bazen cidden benden düzgün düşünüyorsun." Wooyoung kıkırdadı ve hyungunun saçlarını karıştırdı. Normalde olsa Hongjoong'un sabrı yoktu temasa ama Woo hep çok farklıydı...

Çalan telefonuyla Wooyoung bekletmeden elini cebine atıp çıkardı. Arayan kişiyi görmesiyle yüzü düşmüş, yerini ciddiyet bürümüştü. Hongjoong fark edince konuştu. "Kim?" Woo bakışlarını Hongjoong'a döndürdü. "San. Normalde arama saatinden çok erken şuan. Kesinlikle bir şeyler oldu." o sırada hala çalan telefonu hemen yanıtladı ve Hongjoong'un duyması için hoparlöre verdi.

"Sadece beni dinleyin. Az bir zamanım var. Bugün Sungjin'in sabah bir görüşmesi vardı. Adamla sadece beş dakika görüştüler. İsmi ise Park Seonghwa. Siluetini gördüm sadece. Kırmızı saçları var. Danışmana kim olduğunu sorunca... Sungjin'in oğlu gibi olduğunu ama aslın da sağ kolu olduğunu söyledi."

Hongjoong duyduklarıyla isminin tamamını bile bilmediği Hwa'ya kaydırmıştı aklını özellikle son olandan sonra bu çok olasıydı. Aniden hareketlendi ve çamaşır odasına yönelmeye başladı düşünürken Lütfen sen olma. Lütfen.... Düşüncelerini bir kenara atıp henüz yıkanmamış deri şortunu buldu ve cebinden o gece Hwa'nın yazdığı notu buldu ve eşofmanının cebinden çıkardığı Younghyun'un verdiği sağ kol meselesindeki adamın el yazısıyla karşılaştıdı. Gözlerinin dolduğunu hissediyordu. "Tanrım..." çıkan boğuk ve duyulmayacak derecede alçak sesiyle vücudunu yere bıraktı.

Wooyoung aniden salondan çıkan arkadaşının peşinden gitti. Gördüğü sadece yere yığılmış ve düşüncelerini toparlamaya çalışan Hongjoong'du.. Hongjoong geç de olsa Woo'ydu fark etmiş, buruk bakışlarını ona çevirmişti. "Woo..." Wooyoung karşısındaki bedenin konuşamayacağını anlayınca Hongjoong'un elindeki iki kağıdı aldı ve inceledi. Ne olduğunu çok açık anlamışçasına gözleri şaşkınlıktan büyüdü.

"Kalk yerden hadi. Hasta olacaksın." Hongjoong bakışlarını tek bir yere dikmiş dolu gözlerle onu duymuyordu bile. Birden gelen güçle ağzını aralayıp kısık sesiyle konuşmaya başladı. "Aptalım. Daha önceden anlamalıydım. Woo... Ben... Ben nasıl yapaca-" sonlara doğru sesi titremeye başlamıştı ve Woo onun ağlayacağını tahmin etmişçesine onu susturdu. "Şşşş. Şuan konuşma. Önce yerden kalk. Üşüteceksin." Wooyoung onun bu haline daha önce hiç şahit olmamıştı. Hongjoong'un hep güçlü bir duruşu ve insanları korkutan bakışları vardı. Ya da belkide sadece duygularını bastırıyordu çok uzun süredir.

Woo onun kalkmayacağını  anlayınca yanına oturdu ve kollarını Hongjoong'a sardı. "Ağlayabilirsin. Biliyorsun sır tutmakta iyiyim." Wooyoung her ne kadar şaşırsa da şuan sadece Hongjoong'u rahatlatmak istiyordu. Hongjoong alnını Woooyoung'ın omzuna dayadı ve yıllardır akmasına izin vermediği göz yaşlarının yanaklarından  süzülmesine izin verdi....

***

Bugün bir bölüm daha atabilirim ama yetiştiremezsem yarın atarım büyük ihtimalleee. Nasıl gidiyor bu arada?

🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋🍋

🤚🤚🤚




LOVE ME OR LEAVE ME//SEONGJOONG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin