Çocukken gündüzleri benim için özeldi. Yani kast ettiğim, sabahın ilk saatleri. Annem henüz işe gitmemişken ve akşam işten geldiğindeki yorgunluğunu üzerinden yarım yamalakta olsa atmışken.Kahvaltı benim için atlanılamaz bir öğündü. Annemle yediğim tek öğün olduğundan elbette. Yoksa sabahın köründe yumurta yemek çok da ilgimi çekmiyordu.
Onu çok severdim.
Benimle ilgilenmesini, onun tarafından şımartılmayı diğer çocukların aksine kendime hak değil ödül görürdüm.
Sanıyorum, Tanrı beni ibnenin teki olduğum için cezalandırdı. Annemi kaybetmemin üzerinden bugün itibariyle tam üç yıl geçti. Koskoca üç yıl. Dile kolay, canım nasıl yandı kimse bilmez. Babam dahil. Gerçi o hiçbir şeyi görmüyor. Neyse.
Ona kızmak belki de yanlıştı. Annem ve o görücü usulü evlenmişler. Annem bana o zamanları anlatmayı severdi. Oradan biliyorum. Başlarda annem babamdan çok kaçmış. Aynı evin içinde bir sağa bir sola köşe kapmaca oynamışlar. Eh tabi, zamanla alışmışlar, sevmişler. Ya da sadece saygı duymayı öğrenmişler bilmiyorum. Annem bana bunları anlatırken henüz ilk okula gidiyordum. Yalnızca psikolojimin bozulmaması için de böyle beyaz bir yalan uydurmuş olabilir sonuçta.
Her neyse işte, aşkla başlamamış onların hikayesi. Benim biricik annem ailesinin kararlarının kurbanı olmuş.
Ben annemin aşkı tatmasını isterdim. Belki başka bir babadan, aşık olduğu adamdan ama yine onun çocuğu olmak isterdim. Saçlarımı okşasın, bana ne kadar değerli olduğumu fısıldasın. Hem, babamla evlenmeseydi çillerim olmazdı belki. Egzotik bir hayvanmışım gibi ne zaman yeni bir sınıfa, yeni insanların arasına girsem başıma üşüşüp yüzümü incelemezlerdi. Ve ben de belki o lanet kapatıcılara bir servet yatırmak zorunda kalmazdım.
Siktir.
Sadece saçmalıyorum. Sabahları böyle saçmalarım. Kafamın içi hep Nuh'un kazanı gibi aşuredir ama sabah vakti daha bir başka. Dumanı tüter böyle.
Belimden uzanıp koltuktan aşağı sarkan eli inceledim bir süre. Kan akışının yönü yüzünden iyice şişmiş kol damarlarına baktım. O erkenden uyanıp işe giderdi. Ve daha önce hiç geç kalmamıştı. Yani sanıyorum bugün çok erken uyandım. Olmaması gerektiği kadar erken.
Sırtımın arkasında düzenli bir şekilde bana değen göğsünü hissedebiliyordum. Belki uykusunun en güzel yerindeydi. Başımı eğip birbirine sarmaşık gibi dolanmış bacaklarımıza bakınca sabahın soğuğuna inat sıcacık oldum.
Bang Chan beni güzel sarıyordu. Zaten o da sarmasaydı beni bu dünyada ne tutardı bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum.
Pislik herifin teki değilmişim gibi şeker pembesi düşüncelere daldığımda dünya bana ayılmamı işaret etti. Alarmın iğrenç sesiyle irkilmemişim gibi aceleyle gözlerimi kapattım. Bunu neden yaptığımı inanın bilmiyordum. Yalnızca içimden öyle gelmişti. Ne yapacağını merak etmiştim. Genelde ondan geç kalktığım için yanına yattığım günlerde o evden çoktan çıkmışken uyanırdım.