'Her şey bir rüya, birazdan uyanacağım' dediğin an hayat tokadı suratına çarpar da kendine gelirsin ya, işte öyle bir şeydi o akşam. Her şey gerçek. Hatta öyle bir gerçek ki Felix bacaklarının arasında gezinen kediye bakarken nasıl böyle ciddi bir sorumluluk alacak kadar delirdiğini düşünmekle meşgul. Bırakın bir kediye, kendine bile zor bakan bir oğlandı o. Başını sonunu düşünmeden, gerçeklikten uzak kararlar almanın bedelini hep ödüyordu, bu işe yaramaz hayatını sürdürdüğü sürece ödeyecekti.
Küçük beyaz kedi en sonunda onun tepkisizliğinden sıkılıp evde dolanmaya başladığı sıra dış kapı gıcırtılı bir sesle aralandı. Felix tüm odağının orada olduğunu ancak o zaman kabullendi. Kediye mama alma bahanesiyle evden apar topar çıkan Chan geri dönmüştü. Aksi olacak diye ödü kopmuştu. Kim olduğunu öğrendi diye her şeyi, kendi hayatını kendi evini, terk edip gidecek diye öyle korkmuştu ki, kalbindeki acı veren his onu yormuştu. Sonunda derin, rahat bir nefes alıp ayaklandı. Küçük kedi dış kapıyı kapatıp botlarını çıkartan Chan'in ayaklarının etrafında dolanmaya başladı bu defa. Mamanın onun elinde olduğunu biliyor gibi acı acı ciyaklıyor, acelesini talep ediyordu. Chan eğilip onu avucu arasına aldı, gözlerini koltukta onu seyreden oğlana değdirmeden mutfağa yürüdü. Alt raflardan birinden neden ve ne zamandır orada olduğunu bilmediği, kullanılmayan iki kaseyi alarak salona döndü. Salonu mutfaktan ayıran bankonun dibine, salonun her köşesinden rahatça görüldüğü için orayı seçti, elindeki kaseleri bıraktı. Bankonun üzerine bıraktığı poşetten bir tane yaş mama paketi alıp elinde ciyaklayan kediyi kasenin başına bıraktı. Ağzını açtığı paketten kaseye boşalttığı yaş mamanın kokusu beyazlıyı harekete geçirdi. Burnunu yaslayıp kokusunu aldıktan sonra ağzı yüzü perişan halde kalana kadar karnını doyurmaya koyuldu. Chan tüm gerginliğini bir yana bırakıp onun bu haline güldü. Ne önünden alan ne de yanına yaklaşan vardı ama can havliyle hepsini yemeye çalışıyordu. Chan bankodan aldığı sürahiden diğer boş kaseye de su koyduktan sonra artık karşı koltukta sessizce onu izleyen bakışlardan kaçacak bahanesi yoktu.
Gözlerini öylece onunkilere dikemedi. Eskiden de öyle kolay yapamazdı ama şimdi kirli olduğu apaçık ortaya çıkmışken bakışlarıyla onu kirletmekten korktu. Kirli hissetmesinden korktu. Bir gün onu istemeyecekti. Bu aşk zırvasının koca bir saçmalık olduğunu fark ettiğinde, eve bağlamak için bir sokak kedisi çalan oğlanın arkasına bile bakmadan evden çıkıp gideceğine öyle deli dehşet bir saplantıyla inanıyordu ki... o günden itibaren artık terk edileceği güne geri sayım başlamıştı onun için. Terk edilecekti. Biliyordu çünkü terk edilmeyi hak ettiğine emindi. O kimsenin ilgisini hak edecek kadar iyi biri değildi. Katildi. Babasını elleriyle öldürmüştü. Öz babasını. Bunu yapan bizzat kendi değilmiş, sebepleri yokmuş gibi kanı çekildi. Bu olay hatırlamak istemediği, hatırladığında hayatla bağını kaybettiği, en unutmak istediği yanıydı. Şimdi sevdiği oğlan tarafından açığa çıkmıştı.
Jisung söylemişti. Elleri titredi o zengin piçin nasıl bir hırsla bunu öğrenip Felix'e yetiştirdiğini düşündüğünde. Şükürsüzün tekiydi Jisung evet ama ondan en azından şimdiye kadar yaptığı yardımlar için biraz haddini bileceğini beklemek koca bir aptallıktı. Chan öyle apta öyle ucube hissediyordu ki ölebilmeyi diledi. Kendi ellerinden bir ölümü daha kaldıramazdı, yapamazdı ama bir şey olsun, sonsuz bir uykuya dalsın istiyordu.