2

99 7 0
                                    

(İlk bölümü sevdiniz mi? Ben sevmedim. Pek güzel değildi. Ama dobarlayacaz. O zaman daha iyi olacak.✌️😎)

(3 gün sonra)
Her şey düzelecek diye beklerken, her şey daha da kötüye sarıyordu. Aradan koca 3 gün geçmişti. Öyle ki şirketim bile bana güvenmemiş araştırmaya koyulmuştu ama bu seferki, sıkı örülen bir iplikti. Bunların yanı sıra, işittiğim hakaretler ve aldığım tehtid ile nefret ikilisi, bu yalanı o kadar gerçekçi kılmıştı ki, artık zorbalık yaptığıma ben bile inanıyor, kime yaptığımı hatırlamaya çalışıyordum. Artık 2-3 gün öncesi gibi "Öyle bir şey yaptım mı?" değil, "Zorbalığı kime yaptım?" diye soruyordum kendime. Oysa ki kimseye bir şey yaptığım da yoktu. Chan hyung'a evden çıkar gezerim falan demiştim ama hepsi yalan olmuştu. Şimdi dışarı adım atmaya ödüm kopuyordu. Sokakta biri beni görse, öldürecek gibi hissediyordum. Evde tek başıma oturuyordum ki artık bugün o da beni korkutmaya başlamıştı. Bu stresten ötürü bir başıma ölüp gidecek gibiydim.

İdol olarak çok fazla iftirayla ya da nefretle karşı karşıya gelebilirdiniz. Bu da sizin psikolojinizi bozmaya yeterdi. Şimdiye kadar medyada görünen bir çok idolün anksiyete sıkıntısı, program molaları ve hatta intiharları buna bağlıydı. Biz de tam da bizi sevenler gibi insandık. Ama ancak seven hata yapardı ve sevilen her zaman kusursuz olmalıydı. Sevilenin yarattığı tek kusur, tek pürüz ona karşı nefreti doğrururdu. Ve bazı meslektaşlarım bu nefretin içinde boğulur giderdi. Ya bu bataktan kurtulamayıp bizlere veda eder. Ya da uzun süre debelendikten sonra toparlanır, kalbi kırık bile olsa yoluna devam ederdi. Etmek de zorundaydı zaten. Çünkü aldığı nefrete nazaran kocaman bir sevgi seli vardı ona karşı. Bu sevgiyi karşılıksız bırakırsa bu sefer bataklığa değil direk onu çukura atıp üstüne betonu dökerlerdi. Saygısızlığı ve bencilliği ile adlanır ortadan kaldırılırdı. Ve tüm bunlar olurken sevilen tarafa iyi misin diye soran olmazdı. Çünkü beton yiyen idoller genelde sorulacak kadar saygı bırakmazlardı kendilerinde. Daha önde bu olay, Woojin'de başımıza gelmişti. Ben şimdi nasıl bataklığa girmişsem, onun fanlarının sevgisine karşılık yaptığı terbiyesiz ve şereften uzak hareketler onu çukura atıp betonu dökmelerine sebep olmuştu. Şimdi ortalıkta dolaşsa da onu insan yerine koyan yoktu.

Oturma odasına gidip çalan telefonumu aldım. Boşta bıraktığımız kiler odası oldukça büyüktü ve bu günlerde orayı sığınak bilip resime kafayı bozmuştum.

-Efendim hyung?

-Pizza mı yersin hamburger mi?

-Şey...aç hissetmiyorum. Az önce yedim.

-Senin için de pizza alacağız. Dedi ve kapattı. Minho hyung böyleydi işte. Karşıdakine bir şeyi sorar ama kafasında ne varsa onu uygulardı. Bu onun hayatını daha kolay ve çekilir kılıyordu. Bu bakıma örnek aldığım bir abiydi. Telefon kılıfım mavi boya olunca aklımın bir köşesine sonra onu temizlemeyi yazıp tekrar tuvalimin karşısına geçtim. Resmime devam ederken kilerin meredeyse tavana yapışık küçük penceresine çarpan taş dikkatimi dağıtmıştı. Korku ile irkilip fırçamı bıraktım ve kalkıp minik tabureyi ayaklarımın altına çektim. Sandalyenin üstüne çıkıp gözlerimi pencerenin dışına uzatıp etrafa bakındım. Pencerenin hemen altında bir kaç kız arkadaş oturmuş sigara içiyorlardı. Dehşete düşüp gözlerimi kıstım. Kaşlarım da çatılmıştı. Büyük olmadıkları belliydi. Okuldan kaçıp sigara içiyorlardı. Beni gözletleyen başka kimse var mı diye bakındım daha da. Kimse yok gibiydi. Kızlardan bir tanesi arkadaşını itip gülüştü ve elindeki taşı yükseğe fırlattı. Zaten pek fazla yukarıda oturmuyorduk. Taş cama ulaşmış çarpmıştı. Kızların arkası pencereye dönüktü. Beni görmüyorlardı. Taşın nereden geldiğini anlayınca derin bir oh çektim. Taşı atan kız pencereye doğru dönüp arkasındaki arkadaşına bir şeyler söyledi. Tekrar hep birlikte güldüler.

Daha fazla durmadan tabureden indim. Daha önce çatladığı için kilere taşıdığımız aynadan loş ışığın aydınlattığı kadarıyla kendimi gördüm. Ensem parlıyordu. Korkudan terlemiştim. Bu benim moralimi daha da çok bozmuştu. Tuvalimin karşısına tekrar otursam da daha yarısını çizdiğim manzara resminin öbür yarısı kıyameti andıran kötü bir ortamdı. Ruh halim beni böyle etkiliyordu. Bir yanım çiçek açmış bir bahçe gibiyken bazen bir kıyamet kopabiliyordu içimde. Bu tamamen beni anlatmıştı. Fırçamı köşeye bırakıp kuruması için tuvali kaldırdım ve ortalığı toparlayıp önlüğümü çıkardım. Gidip ıslak mendil alarak telefonumun kabını sildim. Bu sefer kapı çalmıştı. Gidip delikten baktım. Bizimkiler gelmişti. İçeri aldım onları sonra kapıyı kapattım.

Bir süre sonra beni yemek için çağırdılarsa da gitmemiştim. Kapım kapalı, odamda uzanıyordum. Artık gecd olmuştu. Herkes için uyuma vaktiydi. Ben de öyle yapmıştım. Gözlerimi kapatıp, sessizce uykunun beni sıcak kollarıyla sarmasına göz yummuştum. Fazla geçmeden kolumda bir soğukluk hissettim. Kıpraştım. Gözümü açtığımda hiç bir şey bulamayıp gece lambasını açarak etrafa bakındım. Bir şey görmemiş hemen uyumak için elimi lambaya geri atmışken, parmağımın soğuk metale değmesi ile irkilip ne olduğuna bakmıştım. Bir bıçağın, büyükçe bir bıçağın, baş ucumda öylece duruşuna bakmıştım. Kendime gelip toparlanınca, bıçağı elime kavrayıp incelemiştim. 'Pis Zorba'. Üstünde yazan şey buydu. Bıçak ellerimin arasından kaymış, yere çarpıp gürültülü bir ses çıkarmıştı.

Bu kabusa daha fazla katlanamadan yerimden fırlarcasına doğrulmuştum. Jisung yatağından başını kaldırıp gözünü ovuşturarak bana baktı.

-Ne oluyor öyle?

-Hiç...hiç kimse geldi mi?

-Aigo! Ne diyorsun? Dediğinde hemen elimi lambaya atıp açmıştım. Bu hareketim onun uykudan yeni uyanmış narin gözlerini acıtmıştı.

-Bıçak. Diye mırıldandım.

-Ne bıçağı? Dedi. Etrafta bıçak bulamayınca oturdum. Ellerimle yüzümü kapattım.

-Hyunjin! Diye seslendi bana. Ellerimi yüzümden çektim.

-Huh?

-Ne oluyor?

-Kabus gördüm.

-İyi misin?

-Biraz hava alacağım. Dedim ve oradan ayrıldım. Bir süre sonra Chan hyung ve Changbin hyung yanıma geldiler.

-İyi misin? Dedi Changbin hyung.

-Pek sayılmaz.

-Neyin var? Anlat bize Hyunjin.

-Rüyamda biri baş ucuma bıçak bırakıyordu.

-Ahhh! Kimse sana bir şey yapamaz Hyunjin. Rahat ol.

-Olamıyorum bir değil iki değil. Her gün ayrı ayrı biri mesaj atıyor. Dün biri evden beni izliyormuş gibi mesajlar bıraktı. Tüm perdeleri ve her şeyi çektim ama ne yapayım...üstümden atamıyorum?

-Bu olaya bi çözüm bulmalıyız. Tüm gün tedirgin tedirgin endişeli bir şekilde gezemezsin.

-Kimse duymasın. Medyaya sızmasın.

-Ne yapacaksın? Uykuların da bölünüyor yavaş yavaş! Saçma salak konuşma.

-Ama hyung.

-Yeter. Bu gece benimle yat. Yarın buna bi açıklık getirmeliyiz. Dedi Changbin hyung.

-Hayır. Geri gidip uyuyacağım.

-Düş peşime. Dedi ve beni de kendi odasına götürdü. Yanyana uzandık. Bu sefer kendimi güvende hissediyordum.

-Gece gaz çıkarayım deme. Hele horlamayı aklından bile geçirme. Sarılma bana sakın. Anladın mı?

-Put gibi uyuduğumu biliyorsun!

-Hadi oradan! Serseri. Tüm gece gaz sesin yan odadan geliyor. Dediğinde beni bir gülme tutmuştu. O da gülmüştü.

Onların sayesinde şimdi daha iyi hissediyordum. Bu yüzden onlara minnettardım...

THE SESSIONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin