XVIII

288 20 26
                                    

Ashmute - Heaven

XVIII.

Her şeyi bir kenara bırakmak istiyordum.

Tüm olumsuz duygular, düşünceler, olaylar... Aklımı, kalbimi, ruhumu kurcalayan ne varsa hepsini bu uçağa bindiğimde geride bırakmak istemiştim.

Fakat şimdi, yanımda oturan Jackson'a bakarken yine düşünüyordum. Onu incitmeden bu işten nasıl sıyırıp çıkarabilirdim? Şimdiye kadar işlediği tüm suçların bir cezası olacaktı.

Peki ben bunu göze alabilir miydim?

O ne kadar kötü bir insan olursa olsun, onun gözlerine baktığımda gördüğüm saf iyilikti. Kalbine baktığımda gördüğüm saf sevgiydi. Ona baktığımda gördüğüm tek şey...

Bendim.

Sanki ruhlarımız birer yansımaydı da, gözlerinde kendimi görüyordum. Ben ona iyiydim, ben ona sevgiliydim, ben oydum.

Bakışlarımı deliksizce uyuyan güzel yüzünden çekip ellerime çevirdim. Göğsümde ikamet eden kalbim çığlık çığlığa bağırıyordu. Acı çekeceksin, diyordu. Acı çektireceksin.

Jinyoung'un bakışlarını üzerimde hissettiğimde bakışlarım ona döndü. Gözlerini kısmış yüzümü inceliyordu. Gözlerinde gördüğüm tek şey, bana güvenmediğiydi. Haklıydı. Bu durum canımı yakıyordu. Gözlerimi ondan çekip, başımı koltuğun yaslanma yerine yasladım ve gözlerimi kapatıp sertçe yutkundum.

Boğazıma oturmuş bir pişmanlık vardı. Suçluluk duygusu ve ihanet tüm bedenimi kavuruyordu. Ona bakarken artık gülemiyordum. Ona bakarken düşündüğüm tek şey onu hak etmediğimdi.

Bir süre öylece durdum. Uykuya dalamıyordum, uyanık kalamıyordum, hiçbir şey yapamıyordum. Ellerimi kısa saçlarımdan geçirip stresli bir nefes verdiğimde, gözlerini açmadan dizlerime düşen elimi elinin içine aldı.

Dudaklarım hafifçe aralandı, bakışlarım elimi tutan eline düştü. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirip ellerimizi birbirine kenetledi. Ruhumun içimde çırpınarak ağladığını hissediyordum fakat gözlerimi ellerimizden çekemedim.

Huzursuzluğumu hissetmiş, uykusu sırasında elimi tutmuştu.

Gözlerim dolmaya başladığında gözlerimi kapatıp elimi elinden kurtardım ve sırtımı ona dönüp bedenimi küçücük koltuğa çekip cenin pozisyonunu aldım.

Gözlerimi dizlerime bastırdım. Akan yaşlar taytıma damlıyor, yüzümü ıslatmıyordu. Bu iyiydi. Onun, içinde kıvrandığım acı dolu düşünceleri bilmesini istemiyordum.

Ne kadar süre öyle durduğumu bilmiyordum. Gözlerimi araladığımda hava aydınlanmıştı, üzerimde bir battaniye vardı. Ellerimin tersiyle gözlerimi ovuşturup yavaşça doğruldum. Tüm bedenim kasılmıştı, yüzümü buruşturarak vücudumu esnettim ve tabletiyle ilgilenen Jackson'a döndüm.

"Günaydın prenses."

Yanaklarım ısınırken bana sırıtan yüzüne bakıp gülümsedim. "Günaydın kralım."

Yaptığım espriye gülüp bakışlarını tablete çevirdi. Ekranın birkaç noktasına dokunup, birkaç uygulamayı kapattı. Ekranı kilitledikten sonra tableti kenara koydu.

"Acıktın mı? Sandviç ve portakal suyu?"

Sorar gibi söylediği kelimelerden sonra midemden büyük bir gürültü koptu. Elimi karnıma koyup mahcup bakışlarımı ona çevirdiğimde güldü. "Jinyoung, Hae Jin'e söyler misin iki sandviç ve iki portakal suyu alalım."

Anita | Jackson WangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin