Çantasındaki telefonun sessizde 13. çalışını bitirip 14'üncüye dönüşünden habersiz, çantasını kendisine söylenen yere bırakarak içeri girdi Gülce.
Gözlerini yerden kaldıramadığı için kapının hemen önünde durmuş, kilitlenip kalmıştı. Adını seslendi hayatında ilk kez bir kasetteki videolarda duyduğu ses. Kalbi sıkıştı, yutkunmak hiç olmadığı kadar zor geldi kuru diline damağına.
"Gülce..." dedi bir kez daha adam. Gülce gözlerini yerden kaldırıp odanın ortasındaki masaya elleri kelepçelenmiş halde oturan adama baktı. Gözleri birleşti.
Dudakları oynadı yine adamın. Gülce, içini soğutan o kelimeyi adamın ağzından duyduğunda buraya geldiğine bin pişman olmuştu bile.
"Kızım."
Sanki ellerini kaldırıp ona uzatır gibi hareketlenince kelepçeler engel oldu adama, metalin metale çarparak çıkardığı ses duyuldu odada. Kenan'ın bir anlığına bileklerine kayan gözlerinde şimşekler çaktı.
"Gel," dedi Gülce'ye. "Gel karşıma otur."
Gülce hareket edemiyordu. İçinde bir ses çığlık çığlığa çıkıp kaçmak istediğini bağırıyordu, gözlerini masadan ayıramıyordu. Gitmek istiyor ama gidemiyordu, ne öne ne arkaya hareket edemiyordu. Kalmıştı orada.
Hadi dediğini duydu yine adamın. Gitmek istiyordu evet ama bunu ne için, kim için yaptığını hatırlattı kendine. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, Giray'ın bir şansı olacaksa yapmalıydı. Madem gelmişti, en azından denemeliydi.
Adımları sonunda onu ileri attı, masanın bir ucuna, adamın karşısına oturdu. Altındaki metal sandalye de masa gibi yere sabitlenmişti. O da masa gibi, elleri gibi, soğuktu. İyice üşüdü içi, bir titreme geçip gitti hücrelerinden.
"Geleceğini biliyordum," dedi adam.
Gözlerini üstünde, tam yüzünde hissediyor ama kendi bakışlarını yukarı kaldırmaya cesaret edemiyordu Gülce. Çenesini öyle bir sıkmıştı ki, dişlerindeki ağrı hissettiği tek şey olmuştu o anda. Fiziksel hisleri, üşümeye ve sıktığı her zerresindeki ağrıya indirgenmişti.
"Seni ne kadar çok aradım biliyor musun? Yine kaçırdılar seni benden. O da, oğlu da. Sen kaçmadın biliyorum, onlar kaçırdılar. Değil mi?" Gözleri kalktı masadan istemeden Gülce'nin, sesindeki inançtan yoksun tını yüzünden adamın gözlerine çıktı. "Kaçtın mı Gülce?" dedi Kenan. Sesi soğuktu.
Gülce'nin birbirine kenetlenen dişleri ve çenesiyle birlikte sesi içine hapsolmuştu. Konuşmadı. Sadece baktı. O baktıkça adamın gözlerindeki gerilere saklanmış öfke ve nefret açığa çıkmaya, yüzeye gelmeye başladı.
"Kaçtın mı Gülce?" dedi bir kez daha. Gülce konuşmadıkça onun sesi daha da soğuyordu. "Benden kaçtın mı?"
Gülce, gördüğü gözlerdeki ve duyduğu sesteki saklanamayan nefretle, adamı karşısında buluşuyla, yine, yeniden eskiye gitmişti. İki yıl önceye. Çocukluk evine. Yanmadan önce tüm hayatını içinde barındıran o eve. İçinde kendisiyle birlikte yanmadı diye pişman olduğu günlere bir de. Karşısındaki adamdan kaçışının ilk günlerine. Giray'ı ardında bırakışının ilk günlerine. Köklerinden sarsıldığı günlere...
"Hâlâ ağlıyor musun?" dedi adam. Masada biraz öne eğilmişti. "Nihat'ın ardından, Ferzan'ın ardından ağlıyor musun hâlâ?"
Burnunun direği sızladı Gülce'nin bir kez daha duyduğu isimlerle. Gözlerinin nemlenmesine asla izin vermedi.
"Seni sevdiklerini mi sanıyorsun? Nihat benden ne kadar nefret ederdi biliyor musun? Haberin var mı? Seni sevdi mi ki? Sevmez o. Sevemez. Yapısında yok onun. Seni de sevmemiştir. Sen sevdi sanıyorsan bile senin aptallığına veririm Gülce. Sevmemiştir inan bana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANSIZ
Mystery / ThrillerBir mektup yazılıyor zamansız, okunuyor zamansız. İki insan karşılaşıyor, zamansız. Ya da tam zamanında... Gülce, bir anlık basiret bağlanmasıyla girdiği olaylar yumağından çıkamayacak. Biriyle tanışacak, tüm tanışıklıklarını gölgede bırakan... Öğ...