Yeşil...
Her yer yemyeşil. Aralara karışan renkler çiçeklere ait. Onların dışında gözlerimi değdirdiğim her yerde yeşilin değişik tonları var. Çimenler, sazlıklar, ağaçlar... Hepsi çeşit çeşit.
Bir de mavi...
Gökyüzünde parlak, ilerideki gölde değişken ama aynı güzellikte. Bir de aralardaki çiçeklerden bazılarında özel bir tonda mavi.
Yüzüme vuran güneş ışığına bir renk vermiyorum çünkü gördüğüm görmediğim her rengi içinde taşıyor, tenimi okşayışından hissedebiliyorum. Her rengin bıraktığı iz dudaklarımı kıvırıyor serbestçe.
Uzandığım yerde, otların çimlerin arasında, kollarımı iki yana açmışım, yüzüm göğe dönük, göğsüm rahat nefeslerle hareketleniyor. Huzurluyum.
Başımı yanıma çeviriyorum yavaşça ve gülümsemem büyüyor. Yüzüme yayılan tebessüm öyle geniş ve içten ki, karşımdaki, hemen yanı başımdaki yüzde de kopyası beliriyor.
Levent'in gözleri gördüğüm tüm yeşil tonlarına yeni ve kendine has bir ton ekliyor.
Buraya yakıştığı kesin. Bu kırda, gözlerinin yeşiliyle de, saçlarının sarısıyla da resmi tamamlamaktan da öte bitirici vuruşu yapıyor.
Burayı ilk bulan da oydu zaten, beni getirip bu resmin içine yerleştiren de...
"Dikkatli ol," diyor. Sesi endişeli, huzurlu ortama uymuyor. Kaşlarımı çatmak istiyorum ama çok mayışmış haldeyim, beceremiyorum.
"Bana doğru dönme," diyor. Anlamıyorum.
"Omzun acır," diyor. Gözlerimi omzuma indiriyorum.
Bu sefer gördüğüm rengi beğenmiyorum. Elbisemin rengini bile bozup yok ediyor. Kırmızı değil, çünkü kırmızı ilerideki gelinciklerin rengi, gerideki güllerin rengi.
Gözlerimi omzumdan çekip karşıma çıkarıyorum yine ama bu sefer sarı saçlar yok.
Simsiyah saçların altındaki kara kaşlar ve kara gözler karşılıyor beni.
Güneşli bir güne siyah uymaz diye düşünebilirdim ama güneşten acıyan gözlerim ona ve kara gözlerine bakınca rahatlıyor.
Huzursuzum.
"Giray..." diyorum ama ses vermiyor.
Siliniyor sanki. Saçma geliyor. Gözlerimde bir sorun olduğunu düşünüp etrafa bakıyorum dikkatlice ama hayır, her şey yerli yerinde duruyor. Fakat Giray'ın silueti siliniyor, yavaş yavaş soluyor sanki ve tam elimi uzattığım anda sis gibi dağılıyor, elim boşlukta savruluyor.
Ben de aynı şekilde boşlukta savruluyorum...
***
Siyah...
Karanlığı bölmek isteyen, göz kapaklarımın ardından baskı yapan bir ışık. Bu seferki güneş ışığı gibi doğal değil, soğukluğundan anlıyorum.
Önce bilincim açılıyor yavaş yavaş, gözlerimi de ona eş açmak istiyorum ama bir süreliğine beynim komutlarını vücuduma dinletemiyor sanki.
Gözlerim açılmasa da kulaklarım açık, bir şeyler duyuyorum.
"Hiç mi bir şey bulamamışlar? Arkadaşı vardı bir tane, neydi Sinan mıydı? O da mı bulamamış?"
Ses kimin bilmiyorum, yabancı ama tanıdık da sanki. Duymuşum daha önce, beynim öyle diyor fakat bir yere kaydetmemişim.
"Yok, bir kere konuştum zaten bir daha ulaşamadım ona da. Bulamadı bir şey belli ki."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANSIZ
Mistério / SuspenseBir mektup yazılıyor zamansız, okunuyor zamansız. İki insan karşılaşıyor, zamansız. Ya da tam zamanında... Gülce, bir anlık basiret bağlanmasıyla girdiği olaylar yumağından çıkamayacak. Biriyle tanışacak, tüm tanışıklıklarını gölgede bırakan... Öğ...