İnsanlar birbirine niye bağlanırdı?
Aradaki sevgi mi bağ kurmamızı sağlardı, yoksa kurulan bağdan mı sevgi doğradı?
Zaman, iki ruhun arasında kurulan köprüler söz konusu olduğunda gerçekten de göreceli bir kavramdı. Elli yıl tanıdığın bir insandan hiç gözyaşı dökmeden ayrılabiliyorken, üç günde vazgeçilmez olabiliyordu başka bir insan.
Bu işlerin bir kriteri, standardı, kuralı yoktu. Subjektifti, özneldi, sana ayrı bana ayrıydı.
Travmalar, korkular da böyleydi. Neyin, insanda derinden yaralar açıp hiç geçmeyecek korkuların fitilini ateşleyeceğini kestirmek imkansızdı.
Ve bir kere benliğinin çatlaklarından sızan korku, ruhunun merkezine oturduğunda, onun zincirlerinden kurtulmak çok daha zor oluyordu.
Zihninde yanıp sönen tek bir soru karşısında donup kalabiliyordun mesela.
Giray neredeydi?
İlk düşündüğüm ihtimallerin birbirinden korkutucu ve benliğime işlemiş o gecenin izlerine sahip olması benim travmalarımın, zihnime parmaklarını geçirmesinin sonucuydu.
Artık, benim için değerli her insanın, benden ayrıldıktan sonra bana dönemeyeceğini, geç kaldığı anda yok olduğunu düşünüyordum. Saçma mıydı, çocukça mıydı? Eğer kontrol edebildiğim, elimde olan bir durum olsaydı yorum yapabilirdim belki, ve fakat sadece hissediyordum. Korkuyu.
Her an bir şekilde korkunun çevrelediği bir zihinle yaşamak artık iyiden iyiye yorucu olmaya başlamıştı, bir noktada ya bunu aşacaktım ya da bitap düşüp devrilecektim.
"Giray nerede?" Beynimin içinde yanıp sönen kırmızı ışıklarla sürekli dönen soruyu sesli bir şekilde de dile getirmem ne kadar zamanımı almıştı emin değildim ama çok olamazdı. Sinan'ın ışıktan yoksun mavilerinde bir damla sıcaklık görmeyi bekledim ama elalarım eli boş döndü.
Dudakları aralanıp kapandı. "Hadi Gülce, seni Ankara'ya götürüp döneceğim daha. Lütfen, oyalanmayalım daha fazla."
Beni bırakıp döneceksin, demek ki Giray hâlâ burada. Ben nereye gidiyorum o zaman?
"Giray nerede?"
Papağan gibi tekrar etmem gerekiyorsa ederdim, buna hazır bir durumdaydım an itibariyle.
"Gülce.." Burnundan sesli bir nefes verirken gözlerini yummuştu. Aptallık etmeyip gözlerimin içine baksaydı ne kadar kesin ve kararlı olduğumu görürdü. Giray neredeydi? Ben de oraya gidecektim işte.
Emin misin Gülce? Dön işte Ankara'ya, daha fazla batma iyice bu işlerin içine. Başına yeterince bela açılmadı mı zaten? Bir de Giray'ın dertlerini mi çekeceksin?
"Sinan, Bilgen mi aldı Giray'ı? Görüşmek istiyordu, orada mı şu an? Öyle mi?"
Açılan gözlerinde bunu bilmeme şaşırdığını belli eden bir bakış vardı.
"Sen biliyor musun?" dedi beni haklı çıkararak. Başımı salladım hızlıca. Eliyle sertçe çenesini sıvazladı. "Nerede bilmiyorum." Oflayıp yanımdan geçti ve hemen arkamdaki hasır sandalyeye oturdu. Dizlerine dayadığı dirseklerine doğru eğilerek yüzünü avuç içlerine bastırdı. "Sabah konuştuktan sonra ben zaten buraya gelmek üzere yola çıkmıştım. Yoldayken beni aradı, 'Çok vaktim yok, git benim evden Gülce'yi alıp Ankara'ya götür, ben dönemiyorum' dedi, kapattı. Aptal herif!" Yüzünden çektiği ellerini saçlarından geçirip zaten dağınık olan saçlarını iyice karıştırmıştı.
Önünde ayakta duruyordum.
"Başka bir şey demedi mi?" diye sordum. Başı bana kalktı, iyice kararan havada yüzü gölgeler içinde kalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANSIZ
Mistério / SuspenseBir mektup yazılıyor zamansız, okunuyor zamansız. İki insan karşılaşıyor, zamansız. Ya da tam zamanında... Gülce, bir anlık basiret bağlanmasıyla girdiği olaylar yumağından çıkamayacak. Biriyle tanışacak, tüm tanışıklıklarını gölgede bırakan... Öğ...