Bölüm Müzikleri: maNga, Hayat Bu İşte - maNga, Cevapsız Sorular
🕊
Günümüz.
Her karanlığın ardından bir güneş doğardı ve en kötü gecelerin bile bir sabahı vardı, bize yıllarca ailemiz tarafından bu öğretilirdi. Hayatımızın en berbat anlarında bile ağlamak güçsüzlük sayılır, ağlayanlar küçümsenirdi.
Halbuki ağlamak kalbin saflığını gösterirdi, buradaki turuncu duvarlarda bu yazıyordu.
🔗
13 Ocak 2007, hikâyenin başlangıcı.
Değişik bir gündü, kendimi tamamıyla mutsuz hissettiğim fakat bir yanımın da bahar bahçe çiçekler açtığı bir zamandaydım. Bunun anlamını tam olarak bilmiyordum, belki de buna sezgilerim sebep oluyordur.
Her gün bu kasvetli evin içerisine girdiğimde annemle beraber hunharca dayak yerdik, bunun sebebi ise annemin üvey kocasıydı.
Beni, benim doğduğum, benim büyüdüğüm evde istemiyordu. Bunun sebebini ise anneme şöyle açıklamıştı.
"Bende iki tane erkek çocuk var Sibel, eğer senin kızın burada kalmaya devam ederse ne olur sanıyorsun? İki ateş, bir barut hiç durur mu yan yana?!"
Evet, annem böylesine iğrenç, böylesine düşüncesiz bir adamla hayatını birleştirmişti ve bu adamın bu söylediklerine rağmen onunla evlendiğine pişman değildi, annem her gün benim yüzümden dayak yiyordu, elbette ben de dayak yiyordum fakat ben acıya katlanabilirdim, bunu bana mezardaki babam çok güzel öğretmişti, sağ olsun.
19 senelik yaşamımda iki tane babam olmuştu, -birisi üvey olsa da babamdı nihayetinde.- İkisinden de bana bir yarar gelmemişti, şu kısacık ömrümde hiçbir şeyi tam olarak bilmesem de hiçbir insana güvenemeyeceğimi çok güzel öğrenmiştim.
Kafamdan bu düşünceleri silerek yatağımdan kalktım, üvey olan babam Yakut, öz oğullarını bu eve soktuğundan beri dayak yiyordum, bünyem artık buna alışkanlık sağlıyordu.
Üvey ağabeylerden birisi 24, diğeri ise 25 yaşındaydı. Bunun benim için bir önemi yoktu çünkü onlarla ilgilenmiyordum, onları ne kardeş olarak görürdüm, ne de başka bir şey.
Üzerime beyaz gömleğimi, altıma ise siyah pantolonumu giydim. Sarı saçlarımı tek örgü yaptım ve kol çantamı alarak aşağıya, kahvaltıya indim.
Evde bir hizmetlimiz vardı, Seher abla. O artık bizden birisiydi çünkü ben kendimi bildim bileli o hep buradaydı.
Gerçek babam ise ünlü bir iş adamıydı, şu anki üvey babam da bir iş adamıydı fakat o da iflasın eşiğindeydi ve annemle bu yüzden evlenmişti. Oğullarını bu eve getirmesinin sebebi ise beni kalan mirastan düşürmek olduğunu düşünüyordum.
Üvey kardeşler Karan ile Ruhi yan yana oturmuştu, ben ise hemen en baş köşeye yerleşmiştim, Ruhi ile Karan samimi bir şekilde günaydın dediğinde ben de kibarlık olsun diye gülümsemiştim.
25 yaşında olan kardeş Ruhi idi.
Ruhi'nin saçları kapalı sarıydı, bal rengi gözleri vardı. Ruhi, bir şekilde karşısındaki insanı manipüle edebiliyordu ve karşısındaki insan bunu anlayana kadar iş işten çoktan geçmiş oluyordu.
Aslına bakılırsa Ruhi, yaşına göre daha yaşlıydı, nasıl anlatabilirim bilemiyorum fakat sanki 25 yaşında bir genç değil de 30'larında bir yetişkindi, böyle düşünmeme ne sebep oluyordu bilmiyorum fakat Ruhi asla 25 yaşında olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN İNCİLERİ
RomanceAhu Aktuğ, üvey kardeşlerinin ve üvey babasının şiddetleriyle büyüyen bir kız çocuğudur, günün birinde Ahu, üvey babası Yakut Ulubey'in, kendi annesini öldürmesi sonucunda üvey babasını öldürür ve sokaklarda yaşamaya başlar, Ahu sokaklarda yaşamaya...