Bölüm şarkısı: Song Ji Eun - Don't Look At Me Like That (http://www.youtube.com/watch?v=0Wo7va2uO5Y)
Elimde bir benim bir de Bayan Kang için olan imzalarla şirketten çıkarken: "Belki de Wufan'ı unutmak o kadar da zor olmaz." diye düşünüyordum.
25. Bölüm
Wufan gittikten sonra her şey normale döndü- diyemem... Hayatım bok çukuruna yuvarlanıyordu. Woohyun oppa hep ders çalışıyordu. Sadece kahvaltıda ya da akşam yemeğinde bize geldiğinde onu görebiliyordum. Sulli, Minho yüzünden acı çekiyordu. Minho, Sulli yüzünden... Hep yüzleri asık geziyorlardı. Babam işleri yüzünden eve hep geç geliyordu. Sadece geceleri beni öpmeye geldiğinde görebiliyordum onu. Öğretmenler sürekli kızıyordu. Derslere konsantre olamıyordum. Sürekli başka şeyleri düşünüyordum. Başka birini. Ve ben bir ay iki gündür Wufan'ımın derin sesini duymuyordum, güzel yüzünü görmüyordum, sıcak ellerinden tutamıyordum...
Beni her gün arıyordu, mesaj atıyordu ama hiçbir aramasına ya da mesajına cevap vermiyordum. Veremiyordum... İçimdeki ihanete uğramışlık hissi izin vermiyordu.
Yarışmanın ertesi günü YG'ye katıldığımı öğrenmiştim. Ama o da hayal ettiğim gibi mükemmel değildi. Geceleri 3'e 4'e kadar pratik yapıyordum. Bazen okula gidemiyordum ve farklı farklı kişilerden bir sürü ders alıyordum. Diyete başlamıştım. Şirket hiçbir şey yememe izin vermiyordu. Sandığım gibi her gün hayran olduğum kişileri görmüyordum. Sadece bir kez Tablo çaylakları görmeye gelmişti. Yeni gelenler olarak 8 çaylaktık. Ben, Hanbin, Seunghoon, Jinwoo, Soohyun-Chanhyuk kardeşler, Jennie, Bobby.
Hepsi çok iyiydi. Özellikle Seunghoon ve Bobby'yle çok iyi anlaşıyordum. Ben kötü olduğumda gelip beni eğlendiriyorlardı. Kötü olmamın sebebi de hep Wufan oluyordu... Bilgisayarı açıp karşısına oturdum. Her gün aksatmadan ona bir şeyler yazıyordum. Bazen bir cümle bazen bir destan.
"Selam Wufan,
Nasılsın? Orada havanın soğuk olduğunu duydum. Sıkı giyin, üşütme olur mu? Hasta olmana dayanamadığımı biliyorsun... Ben çok iyiyim. Şirkette işler iyi gidiyor. Düşündüğüm gibi yorucu değil. Hem çok yakışıklı bir oppa var. Kim Jinwoo oppa. Japon bir idolü andırıyor. Biliyor musun? Bugün benimle konuştu! Ve saçlarımı karıştırdı! Kıskandın değil mi? Hehe~Şirket çok eğlenceli. Seunghoon ve Mino oppa biraraya gelince çok komik oluyorlar. Çok gülüyorum onlara :D Geçen hafta yazmıştım, hatırlıyor musun? Hani kardeşler. Hıh, evet! Onlarla da çok iyi anlaşıyorum. Çok iyi kalpliler. Ve ikisinin de sesi o kadar güzel ki. Çok şükür Soohyun'un sesini hiç duymadın. Onun sesine aşık olmanı hiç istemem. Okul mu? Okul her zamanki gibi. Sulli, Minho, herkes aynı. Derslerim de iyi. Her şey iyi gidiyor. Bir şey dışında... Keşke sen de olsan...
Seni özlediğimi düşünme. Hiç mi hiç özlemedim seni. Aklıma bile gelmiyorsun. Hayatım o kadar mükemmel ki sensiz. Tahmin bile edemezsin. Çünkü... Çünkü değil... Hayatım mükemmel falan değil. Seni düşünmekten başka bir şey yapamıyorum Wufan. Her zerrem senle doluyken nasıl seni unutabilirim? Baktığım her yerde seni görüyorum. Duyduğum her ses senin sesin. Kokun bile her yerde...
Neden şu bilinç altımdan bir türlü çıkmıyorsun? Neden kalbimden söküp atamıyorum seni? Lütfen... Ne olur artık unutayım seni.. Tanrım lütfen unuttur onu bana. Lütfen..."
Parmaklarım aklımdan geçeni yazmıştı yine. Her zaman ki gibi elim gönder tuşuna gitmedi. Kaydet tuşuna zorlukla basıp sandalyeye yaslandım. Bugün her zamankinden daha uzun olmuştu. Fareyi elime alıp taslaklardaki göndermeye bir türlü cesaretim olmayan postalara baktım. Her gün için bir tane. İlk gün e-postaya sadece "Gittin." yazabilecek kadar enerjim vardı. Giderek daha uzun yazmaya kalbimdeki kırgınlıkları dökmeye başlamıştım. Ve şu an sadece daha fazla e-posta yazmak zorunda kalmamayı istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Miss Your Voice ✓
FanficKarnımdaki ağır şey yüzünden nefes alamıyordum. Gözlerimi açmadan, bacak olduğunu düşündüğüm şeyi üzerimden ittim. Yanımdaki kişi bu sefer kolunu attı üstüme. Kolunu da ittim. Sonra yorganı çekti. Anında soğuk bir hava dalgası yakaladı beni. Sinirle...