⚠️Şiddet sahneleri mevcuttur.
Muazzez, kadın bedeninde doğmuş, bir gün fen dersinde cinsiyetleri öğrenene kadar erkek olduğuna inandırılmış çocuktu. Cinsiyetleri öğrendiğinde annesinin ona inandırdığı 'sen erkeksin' yalanını, cinsiyetin gerçekliğini...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Muazzez Karabıyık
26.10.2005
Artık anlamıştı Muazzez; ne annesi ne de baba dediği adam, onu seviyor, sayıyordu. Bacağı sitede kırdığından beri alçıdaydı ve doktor, bir ay boyunca alçıda kalacağını söylemişti. Sonunda o bir ay bitmiş, tekrar okula gitmişti. 1 aydır okula gitmediği gibi, evde onu çalıştıran da olmamıştı. Öğretmeni çalışması gereken yerleri göstermiş, özellikle ilgi göstermişti. Ama harfleri yazmayı bile yeni öğrenen Muazzez, başarısız olacağını düşünerek çoktan okulu sevmeyi bırakmıştı. Okulun çıkış zili de çaldığında sınıf annelerle doldu, tüm anneler, çocuklarının çantasını alıyor, şimdiden gününün nasıl geçtiğini soruyordu. Muazzez'in annesi ilk gün bile gelmemiş, evladını, komşuyla beraber okula göndermişti. Ağlama ya da şımarma gibi bir şansı yoktu Muazzez'in, hatta istemezse okula bile gitmeyebilir ki bu annesinin de babasının da işine gelirdi.
Babası eve iyice kurulduktan sonra mahallelinin de ağzını aramaya çalışmıştı; 'Muazzez gerçekten onun evladı mı?', 'karısı eve hiç başka erkek getiriyor mu?', 'sünnet düğünü yapıldı mı?' gibisinden garip sorular soruyordu. Genç kadını seven mahalleli ise olduğu gibi cevaplar veriyor, adamın yanlış düşünmesine izin vermiyordu. Babasının en çok takıldığı nokta oğlunun sünnet olup olmadığıydı. Her erkek sünnet olmak zorundaydı ve Muazzez zaten kadın ismi taşıyordu, bari sünnetini görsündü. Ama ne Asya ne de Muazzez, ona bu konuda izin veriyor, konuşmayı hemen sonlandırıyordu. Bir gece babası, annesinin saçlarına asılarak; "çocuğumuza ne hakla karı ismi koyarsın? Bırak da sünnet olup olmadığına bakayım!" diye kızmıştı. Annesi ise sünneti doğduğu gibi yaptırdığını, bu yüzden hiç fotoğrafı olmadığını, komşulardan da kimseyi çağırmadığı yalanlarını söylemişti. Doğru ya, komşular da Muazzez'in erkek olduğunu, doğduğu gün sünnet olduğunu biliyorlardı. Halbuki ortada öyle bir şey yoktu, olamazdı da zaten.
Okuldan çıkan Muazzez'in önünde iki yol vardı; ya eve gidip 'baba' demek zorunda kaldığı adamın darbelerini kabullenip onunla beraber kahvehaneye gidecek, orada çalışacak ya da evin sokağına bile girmeden, kimseye gözükmeden annesinin çalıştığı siteye gidecekti. İkinci seçeneği daha çok istiyordu, çünkü gökyüzü gözlü çocuğu tekrar görebilme ihtimali vardı. Ama korkuyordu da; ya babası aniden oraya gelir, onu orada yakalar ve sözünden çıktığı için yine döverse? 1 ay boyunca saçma bahanelerle babasından defalarca dayak yemişti zaten, hatta bir keresinde 'neden gözün kahverengi' diye vurmuştu babası. İki türlü de dayak yiyeceğini anlayan Muazzez, daha çok mutlu olacağı seçeneği, yani ikincisini seçerek minibüs durağına yürüdü.
Okul çıkışı olduğu için duraklar, yollar kalabalıktı. Çocuklarını okuldan almaya gelen ebeveynler, okulun bitmesiyle kendini sokaklara atan liseliler, şimdiden evden döndüklerinde yapacağı maçı konuşan ortaokullular, pazardan dönen kadınlar... Bayram günü gibi kalabalıktı sokaklar. Yine de o kalabalıkta bir şey fark etti Muazzez; sadece kendi yalnızdı. Herkes ya ailesiyle, ya arkadaşlarıyla ya da arkadaşlarının yanına gidiyor. Okulda da başarısız olacağını düşünen Muazzez, gelecek için kararını vermişti; bir kitap yazacak, dünyayı kimsenin görmediği bir gözden tanıtacaktı. Muhakkak kitabına gökyüzü gözlü çocuğu da ekleyecek, onunla büyüyünce de görüşebilmek için fotoğrafını isteyecekti.