Yolculuk

145 44 11
                                    


Karanlığın sınırlarında, boşluk artık sadece yerini doldurmuyor; tüm varlığımı sarıyor ve içimi donduruyor. Geceleri gözlerimi kapattığımda, kâbuslarım artık soyut anılar olmaktan çıktı ve korkunç, kanlı bir beden kazandı. Bu varlıkların arasında en öne çıkanı, gözleri alev alev yanan, adı bile anılmayan bir varlık... Her gece onun kısık sesiyle, "Kurtuluşun yok!" diye fısıldanıyor. Her zerrem titriyor ve bu karanlık labirentten çıkış yolu arıyorum. "Uyanamıyorum, baba!" diye bağırıyorum ama sesim kayboluyor, bu sonsuz karanlıkta çırpınan bir çırpıntıdan ibaret kalıyor. Bu korkunç düş dünyasından uyanmanın yolunu bulamıyorum.

Gözlerimi yavaşça açtığımda annemin endişe dolu bakışlarıyla karşılaştım. "Anne, ne oldu? Neden böyle bakıyorsun?" diye sordum, sesim hâlâ biraz titrek.

O ise "Kızım, rüyanda bağırdın. Odaya koşup geldiğimde yatağında oturmuş bir şeyler mırıldanıyordun. Sonra gözlerin bana döndü ve inanılmaz bir kahkaha attın. Sonrasında ise geri yatağına yattın," dedi hüzünlü bir ifadeyle.

"Özür dilerim, anne," dedim, "sadece kötü bir rüya gördüm." Hızla yatağımdan kalkıp lavabonun yolunu tuttum. Aynada yorgun ve hüzünlü gözlerle kendime baktım. Suyu açıp soğuk suyla yüzümü yıkadım, umuyordum ki bu su rüyanın etkisini üzerimden atardı.

Tekrar aynaya baktığımda, soluk bir yüz ve boş bakan gözlerle karşılaştım. Ancak bu yüz bana ait değildi. Rüyamda yaşadığım karanlık manzara, aynanın içinde belirip silinirken, o korkunç varlık tam karşımda duruyordu. Gözleriyle beni süzüyordu. Bir an için kıpırdayamadım, o korkutucu bakışların etkisi altında kaldım. Ancak içimdeki yoğun korku ve panikle geriye doğru sıçradım. Aynadaki bu yansıma, gerçekten rüya mıydı yoksa bir şeyler mi başlıyordu.

Yataktan kalktıktan sonra bir an durgunlaştım ve lavabodan çıktığımda saate baktım. "Ah, zaman ne çabuk geçiyor," diye düşündüm. Babamın eve gelmesine çok az kalmıştı, ama ben sanki saatlerce uyumuş gibiydim. Aslında yatağa yattığımda enerjiktim, ama şimdi tuhaf bir şekilde daha yorgundum.

Salona ilerlediğimde annemin hüzünlü bakışlarıyla karşılaştım. "Ne oldu anne, neden bu hali?" diye sordum ama cevap gelmedi. Yorgun bir şekilde televizyonun kumandasını alıp çizgi film kanalına geçtim. Belki çocukluğuma dönüp, o masum günlerin hatırasıyla kendimi iyi hissederim diye düşündüm.

Çizgi filmlerin renkli dünyasına dalarken, dışarıdan gelen seslerle irkildim. Babam eve gelmişti, ama onun adımlarını duymamıştım bile. Derin bir iç geçirişle kafamı kaldırdığımda, annemin ve babamın endişeli gözlerle birbirlerine fısıldaştığını gördüm. "Acaba ne oldu?" diye düşündüm. Ancak babamın konuşmaya başlaması bizim yolculuk saatimizin geldiğinin habercisiydi. Annem, her zamanki lezzetli yemeklerinden hazırlamıştı. Ancak o akşam yemekte hepimiz sessizdik.

Yemekten sonra anneme doğru yavaşça yürüdüm. Gözleri dolmuş, sanki her an ağlayacak gibiydi. Duygusal bir an yaşadık ve ona sarıldım. Gözlerimden süzülen yaşlarla, "Geri döneceğim anne, buna söz veriyorum," dedim. O an, anneme son kez veda etmenin ağırlığı içimi sardı.

Kafamı kaldırdığımda, babamın sürekli asık suratlı, fırtınalı yüzüne bakıverdim. O sert adamın gözlerinde beliren yaşları görmek beni şaşırttı. "Niye buradan gidiyoruz ki?" diye içimden geçirdim. Babam, gözlerimin ona takılı olduğunu hissedince hemen yüzünü döndürdü. Hafif üzgün, fakat hala o babacan ses tonuyla, "Hadi, gidiyoruz," dedi.

Arabanın bagajına valizlerimi yerleştirirken, bir an etrafıma daldım. Çocukluğumun anılarıyla dolu bu şehri, hüzünlü gözlerle bırakmak zordu. Özellikle de anneme, duygusal bir vedanın ardından kırgın ayrıldığım anneme... İstanbul'dan Mardin'e uzanan on yedi saatlik yolculuğumuz başladı.

Mardin'in Nusaybin ilçesindeki evimiz, babamın kökleriyle dolu bir yerdi. Burada dedem ve nenemle beraber yaşayacaktık. Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde aileler genellikle kalabalıktır. Ancak babamın ailesi, Mardin'in tanınmış ve köklü ailelerinden biri olmasına rağmen, sadece dedem ve nenemden oluşuyordu. Onların evi, yeşilin her tonunu barındıran geniş bir arazi üzerine kurulmuş, tek katlı, sıcak ve samimi bir evdi. Bu ev, aslında onların tarihiyle, sevgisiyle dolu bir sığınağımdı. Babam arabanın motorunu çalıştırırken ben arka koltuğa doğru yöneldim. Uzun yolculuklar için en konforlu yer burasıydı. Hem genişçe bir alana yayılıp rahatça uyuyabilirdim hem de dışarıdaki manzarayı takip ederken kafamı pencereye dayayabilirdim. Özellikle daldırıcı manzaralara bayılıyordum. Babamın ara sıra arka dikiz aynasından bana doğru attığı tedirgin bakışlarını fark ettim. Belki de bu uzun yolculuğu sadece ben değil, o da içten içe dert ediyordu.

Yolculuğun başlamasıyla camın yanına iyice yanaştım. Arabanın içindeki minik yastığı alıp başımı dayayarak dışarıyı izlemeye başladım. Yollar, ağaçlar, şehirler ve köyler hızla akıp gidiyordu. Bir süre sonra, yolculuğun ritmi ve dışarıdan esen serin rüzgârın etkisiyle gözlerim ağırlaşmaya başladı. Göz kapaklarım yavaşça kapanırken, uykunun sıcacık kollarına kendimi bıraktım. Rüyamda babaannemin evinin balkonunda huzur içinde oturuyordum. Yanımda dedem ve babaannem vardı; hep birlikte neşeli anılarla dolu sohbetler ediyor, içten içe kahkahalar atıyorduk. Serin rüzgârın tatlıca dokunuşunu hissetmek isteyince balkondan aşağı indim. Rüzgâr, saçlarımı nazikçe savuruyor, adeta onları okşuyordu. Fakat o nazik esinti ansızın şiddetlenmeye, güneş de siyah bulutların arkasına saklanmaya başladı. Bu ani değişikliği Mardin'de ilk kez deneyimliyordum.

Her gün bahçemizden geçen çobanın hayvanları bu korkutucu havadan nasibini almış, tedirgin bir şekilde etrafa dağılmışlardı. Ama orada, bembeyaz koyunlar arasında, sapsarı gözleriyle bana dik dik bakan simsiyah bir keçi vardı. Çoban bu tekinsiz keçiyi görmüyor gibiydi. İçimdeki korku beni yerimden kıpırdatmıyor, sadece o keçinin gözlerinin içine dalmama neden oluyordu. Dedem, bu tuhaf durumu fark edip yanıma gelerek eliyle belirlediği yönde koşmamı söyledi. Ancak ben adeta donmuş gibiydim. Derken, dedemin elindeki beyaz tozla yere bir çember çizdiği ve içinde kalmamı söylediği anı hatırlıyorum.

Bir an sonra etrafımı saran simsiyah keçi ordusunu gördüm. Bu karakeçiler, dedemin çizdiği çemberin etrafında bir dansa başlamışlardı. Dedem, bana dönerek misteriyöz bir ses tonuyla, "Zamanı gelecek, kızım. Yola çıktığınızda, ne olursa olsun durmayın," dedi. Bunun anlamını sormak üzereyken, dedemin elinde yanmış bir kibriti koluma bastırdığını hissettim. Gözlerimi açtığımda, korkuyla bağırarak "Durma baba, durma! Hemen gitmeliyiz! Dedem böyle dedi!" diye bağırdım. Babamın yüzündeki ifade hiç iyi değildi; normal hızda seyir ederken, babamın gaza basmasıyla hızlandık.

Uzun bir yolculuktu. İstanbul'dan Mardin'e kadar olan bu yolu daha önce de almıştık, ama bu seferki farklıydı. Kafamı koltuğun yastığına dayadım ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Birden bire rüyada olduğumu hissettim. Etrafımı saran soğuk bir hava, donmuş zaman... Rüyamın içinde kayboldum. Uykudan yeni uyanmanın verdiği sersemlikle etrafıma baktım ve yaklaşan şehir siluetini fark ettim. Rüyamın etkisinden tam olarak kurtulamamıştım. Bir süre sessizlikle yol aldık. Sonra babam, "Burası son durağımız, ben seni bırakıp geri dönüyorum," dedi hüzünlü bir sesle. Arabadan indiğim an, dedem ve nenesinin sıcak kucaklamalarıyla karşılaştım. Nenem yaşlanmış olsa da gözlerindeki parlaklık hiç değişmemişti. Dedem ise eskisi gibi sert bir ifadeye sahip olmamakla birlikte, hüzünlü gözlerle bana bakıyordu. Babamla vedalaşırken, dedemin babaanneme "Eşyaları al, içeri götürelim," dediğini duydum.

Eşyalarımızı alıp evin yolunu tutarken, bahçede rüyamda gördüğüm o beyaz halkanın silik izlerini fark ettim. Tüylerim diken diken oldu, yavaşça dedemin yüzüne baktım. Fakat dedem sanki bu izi fark etmemiş gibi davranıyordu. Dikkatimi dağıtmak için hemen, "Babaannen sana özel birkaç yemek hazırladı. Akşam yemeğinde ne kadar iyi bir aşçı olduğunu tekrar hatırlayacaksın," dedi neşeli bir sesle.

Bunu duyduğumda rüyamın verdiği rahatsızlık biraz olsun hafifledi. Ancak yine de içimde bir tedirginlik vardı. Babamın arabası uzaklaşırken dedemin sözlerine odaklanmaya çalıştım ve bahçedeki o beyaz halkayı unutmaya çalıştım.

Tam bu sırada, bahçenin bir köşesinde hafif bir dumansı siluet belirdi. Gözlerimi kısıp daha iyi bakmaya çalıştım, ama ne olduğunu tam anlayamadım. Dedem, bu siluete doğru bir anlığına gözlerini kaydırdı ve sonra tekrar bana döndü. Gözlerinde bir endişe belirdi; bir şeyi saklamaya, beni korumaya çalışıyordu. Derin bir nefes alıp, elini omzuma koydu ve bizi evin içine doğru yönlendirdi.

LidyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin