"Karanlığın en derin köşesinden, seni gözlüyorum. Gecenin karanlığında, senin içindeki o kemiksiz dil, benim eserim. Sen, ölülerin arasında bile benim en çok sevdiğim lanetin mirasçısısın. Seni seçmemdeki neden bu değil mi? Öteki varlıklar, onların kıskançlıkla dolu gözleri, seni benden koruyamaz. Çünkü bu hikâyede, hiçbir gölge seni benim kollarımdan daha sıkı sarıp sarmalayamaz."
"Gözlerinin derinliklerinde masumiyetin izini sürerken, iblisin karanlık gölgesi gözyaşlarına sinsice karışıyor. Kuralları kanla yazmak, soğuk dokunuşumla tenini dondurmak ve ruhunu zincirlemek istiyorum. Alevlerin en sıcak noktasında, benim olmana, karanlık sarayımda hapsolmana artık çok az kaldı."
"Off," dedim içimden. Gözlerimi araladığımda, odamın sessizliğine dudaklarımdan dökülen bu sitem karıştı. Biliyordum, bu ses duvarlarda yankılanıyor ve annem de duymuş olmalıydı. Nitekim çok geçmeden annemin o bildik uyarı sesiyle karşılaştım. Her sabah olduğu gibi...
"Bir kerede ben bağırmadan uyanıp masada ol, Lidya!" diye seslendi annem.
Yataktan hızla kalktım. Dolabımdan uzun, mavi, üzerine papatya motifleri işlenmiş elbisemi çıkardım ve onu giydim. Saçlarımı özenle tarayıp bir atkuyruğu yaptım. Aklımdan şu anki yaşantım geçiyordu. Ailem aslında okula gitmeme pek sıcak bakmıyordu. Ancak şans eseri, evimizin yanı başında olan okul sayesinde, onları ikna edebilmiştim. Bu, benim için büyük bir avantajdı ve bu sayede liseyi bitirebilmiştim.
Mutfaktan kahvaltının kokusunu alabiliyordum. Aşağı inerken, annemle göz göze geldik. "Bugün senin için çok önemli bir gün, Lidya," dedi annem, sesi biraz daha yumuşamıştı, "Seni her zaman destekledim ve gurur duyuyorum. Ama unutma, hayatına bundan sonra Mardin'de devam edeceksin."
Kafamı sadece onaylar şekilde salladım. Sonra masaya oturup kahvaltımı hızla yaptım. Okulun son günü, bir yandan hüzünlü bir veda, diğer yandan yeni bir başlangıç anlamına geliyordu. Evimizin hemen yanında olan okuluma son kez adım atarken, içimdeki karmaşık duygularla dolup taştım.
Okul kapısından içeri adım attığımda, koridorlar bomboştu. Sadece sınıfımdan gelen hafif bir gürültü duyuluyordu. Öğretmenlerimle vedalaşmak için sınıfa doğru yöneldim. Her biriyle tek tek sarılıp, teşekkür ettim. Onların sayesinde, ailemin karşıtlığına rağmen okulu bitirebilmiştim. Gözlerimde yaşlarla sınıftan ayrıldım.
Eve döndüğümde annemi kapıda beklerken gördüm. Gözleri hüzünle doluydu, bana bakıp bir şeyler söylemek istediğini hissedebiliyordum. Ancak kelimeler boğazında düğümleniyordu. Gözlerinin kızardığını, ağlayacak gibi olduğunu gördüm. Hiçbir şey demeden ona sarıldım.
İçeri girdiğimde mutfaktan harika kokular geliyordu. Annem, yola çıkmadan önce son bir kez benim için en sevdiğim yemekleri hazırlamıştı. Masada kızarmış tavuk, pilav, yoğurtlu karnabahar ve yanında limonlu, naneli ayran vardı. Tek başıma masaya oturup yemeğimi atıştırdım.
Yemeğimi bitirip salona geçtiğimde annemin televizyonun karşısında oturduğunu gördüm. İzlediği program, bir kadının kaybolmasıyla ilgiliydi. Ancak en ilginç olanı, kadının yakınlarının bu kaybolmanın cinler tarafından gerçekleştirildiğini iddia etmeleriydi. Lidya alaycı bir gülümsemeyle, "Gerçekten cinler mi? Belki de uzaylılardır," diye mırıldandı.
Annesi hemen tepki gösterdi, "Lidya! Cinlerle dalga geçme. Bu topraklarda yaşayan insanların bazılarına inançlarına göre cinlerle yaşadıkları deneyimler oldu. Saygı göstermelisin."
Lidya, annesinin bu sözleri üzerine biraz şaşırmıştı. Annesi nadiren bu tür konulara bu kadar ciddi yaklaşırdı. Bu gece, babamla birlikte saat 20.00 sularında yola çıkacaktık. Sadece ikimiz olacaktık bu yolculukta. Babam işteydi ve eve dönüşü için sabırsızlanıyordum. Hem annemle, hem de bu evle vedalaşmanın hüznü içimi kaplıyordu. Annemin endişeli gözleri karşısında hafifçe bir tebessüm oluşturdum ve onu yalnız bırakarak odama doğru yöneldim. Yatağıma uzanır uzanmaz gözlerim ağırlaşmaya başladı. Farkında olmadan uykunun kollarına teslim oldum.
Rüyamda, çocukluğumun en mutlu anlarını geçirdiğim dedemin evine geri dönmüştüm. Ancak şimdi her şey farklıydı. Bahçesi karanlık ve sisliydi. Eskiden sıcacık ve hoşgörü dolu olan ev, şimdi kasvetli ve tekinsizdi.
Yavaşça taş merdivenlerden çıkarken, bir yandan da balkondaki nene ve dedemi görebilmek için acele ediyordum. Ancak onlara vardığımda, yüzlerinde tanıyamadığım bir ifadeyle donuk donuk bana bakıyorlardı.
Evin kapısı sonuna kadar açıktı. İçeriye adım attığımda sıcak yaz günü olmasına rağmen içerisi buz gibiydi. Derinden, duvarların arasından ya da belki de yerin altından gelmekte olan fısıltıları duyabiliyordum. Hızla çarpan kalbimin sesi kulağıma dolarken, etrafımı saran bu mistik atmosfer beni hızla içine çekiyordu.
Koridor boyunca ilerlerken, loş ışığın altında hareket eden gölgeleri görebiliyordum. Belirsiz bir şekilde dalgalanan bu gölgeler, adımlarımı daha da ağırlaştırıyordu. Tam da bu anda, arkamdan hırıltılı, tehditkâr bir ses geldi: "Neden geldin buraya?" Bu ses, tüylerimi diken diken ederken, üzerimde Ağrılılaştıran bir his hissetmeye başladım. Sanki içimde, bedenimin derinliklerinde bir varlık hareket ediyordu.
Kendimi daha fazla tutamayarak, dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerim karardı ve bir an için nerede olduğumu unuttum. Sonra, aniden sarsılarak uyanıverdim. Gözlerimi açtığımda karşımda annemin ağlamaktan kızarmış, endişeli gözleri vardı. Bu rüya, beni derinden sarsmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lidya
TerrorYaşamak, içindeki umutsuzlukla birlikte garip bir umuttur. Bu karanlıkla aydınlık arasındaki ince sınırda, ben, belki de başka bir dünyadan sıyrılarak bu dünyaya adım attım. Benim adım Lidya. Ben, karanlığın en derin köşelerinde saklanan, çoğu insan...