"Dalmaya çalıştım, ancak ne kadar uyumak istesem de, gözlerimi sıksam bile tekrar uykuya dalamadım. Saate baktığımda saat 03.00 sularına yaklaşıyordu. Odamın kapısını sessizce açarak, salona doğru adımladım. Evin içi sessizdi, sanki en ufak bir ses çıkarırsam tüm bu sessizliği parçalayacakmışım gibi hissettim. Parmak uçlarımda yürüyerek dış kapıyı açtım ve balkona çıktım. Işıkların puslu ışığında, aklımın derinliklerine gömülmüş, gerçekliği sorgulatan bir rüyayı düşünmeye başladım.
Rüyam karmaşıktı. İlk gördüğüm an, aşırı gerçekçi bir şekilde zihnime kazınmıştı. Ayin yapılan sunağın üzerinde, bir insan yerine başka bir varlık neden vardı? Ardından ortaya çıkan bu varlıklar, beni tespit etmiş ve peşime takılmıştı. Ancak, rüya içinde kapıda beliren varlıklara sözünü geçiren büyük babaannemi gördüm. Birdenbire, o dağınık rüya içinde gerçeklik ile iç içe geçmişti. 'Aslında bu güçlere sahip olabileceğini' söyledi. Rüya, bilinç ve bilinçaltı arasındaki ince çizgiyi sorgulamama neden oldu, ve bu garipliğin içinde, gölgelerin ve gerçekliklerin kesiştiği noktada buldum kendimi."
"Garip bir şekilde, o gücün içine kendimi kaptırmıştım. Mahmut, düşüncelerimi nasıl okuduğunu anlamış olmalı ki, sessizce söze girdi. 'Rahmani,' dedi; yani, onun tanımladığı gibi iyi taraftaki rahmani cin kabilesinin lideri. Mahmut, bana neden Büyük Babaannem gibi kötü bir tarafta olmayı seçtiğimi sordu. Ardından, iyi tarafta yer alabilmem için bir seçenek sunmuştu. Bu arada, gerginlik dolayısıyla tüm odada bir gerilim hissediliyordu ve bayıldım.
Uyandığımda, kafamı toplamaya çalışıyordum, ancak hala anlam veremiyordum. Tam bu sırada bahçede bir hareketlilik fark ettim. İlk başta sadece siyah bir kaz ve yanında sekiz küçük siyah yavrusu olduğunu düşündüm. Ama birden aklıma geldi ki, kanatlı çiftlik hayvanları genellikle geceleri dolaşmazdı. Gözlerimi tekrar kazlara çevirdiğimde, hepsinin donmuş bir şekilde bana baktığını gördüm. Kaçmaya çalıştım, ama ellerim balkonun taşlarına yapışmış gibiydi. Bağıramıyor, hareket edemiyordum. Sadece gözlerimden bir damla yaşın süzüldüğünü hissettim ve neden böyle bir deneyim yaşadığımı anlayamadım.
O sırada, ansızın ortaya çıkan iki kar beyaz kedi, balkona atladı. İki kolumun arasına gelip, kazlara doğru baktılar. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, ama kazın keskin tiz çığlığı ve kedilerin huzur veren mırıltıları birbirine karışmıştı. Son hatırladığım şey buydu.
Uyandığımda, dedem başımda tedirgin bir şekilde balkona bakıyordu. Onu gördüğümde, çabuk içeriye gelmemi söyledi ve kapıyı kapattı. Daha sonra, kâbus gördüğümü söyledim.
Kâbus dediğim an dedem birden ciddileşti ve ayrıntıları sordu. Daha önce anneme anlatmıştım, ancak beni ciddiye almamıştı. Dedemle de aynı şeyin olmasından korkuyordum. Ancak dedemin yüz ifadesi beni rahatlattı; sanki anlatacaklarımı ciddi bir şekilde dinlemeye istekliydi. Ben de anlatmaya başladım:
"Rüyamda, gökyüzüne neredeyse dokunan muazzam bir tapınağın bahçesindeydim. Etrafım bomboştu ve sadece loş ışıkların aydınlattığı taş bir yol vardı etrafımda. Yavaşça bu yolu takip ettim ve yolun sonunda kırmızı dikenli güllerle süslenmiş bir kapı buldum."
"Kapının yanına geldiğimde içeride birden fazla kişinin sesini işittim ve kapıdan kafamı içeri uzattım. İçeride sekiz kişi vardı, dört kadın ve dört erkek. Orta yerlerinde el işçiliğiyle işlenmiş, dikenli gül motifleriyle süslenmiş geniş bir taş sunak bulunuyordu. İçeride, sunağın üzerindeki heybetli ama insan olmayan varlık etrafında değişik sözcükler mırıldanarak küçük bir ayin gerçekleştiriyorlardı. Bir süre sonra sekiz kişilik grup, siyah, neredeyse tavana ulaşan gölgeler olarak belirmeye başladılar. Gölgeler belirir belirmez, okunan metinlerin sesleri daha da yükseldi. İçeriye dokunulmaya çalışıldığı zaman, dışarıdan bir el sırtıma dokundu. Çığlık atmaya çalıştım, ama aynı el ağzımı o kadar güçlü bir şekilde kapadı ki, sesim çıkmadı. İçerideki gölgeler kapıdaki hareketi fark etti ve anında önümde belirdiler. Kıpkırmızı alev saçan gözleri ve sivri dişleriyle beni korku içinde izliyorlardı. Ağzımı kapatmış olan eli fark ettiğimde, o beyaz varlığın dışarıda gördüğüm şey olduğunu anladım. Bu bilgi beni biraz rahatlattı.
O sırada, dev gibi varlıklardan bir kadın öne çıktı ve varlıklara birkaç kelime söyledikten sonra, normal insan bedenine bürünen bu varlıklar diz çöktüler. Ardından kadın bana şunları söyledi: 'Lidya, bu hayat sana sonsuz güç ve bilgi getirebilir. Sen potansiyel olarak her şeye sahip bir varlıksın ve bu, ailemize sunulan bir lütuf.' Aynı sırada, ağzımı kapatan eli çeken beyaz varlık sessizliğini bozarak, 'Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla' dedi ve sonra şunları ekledi: 'Lidya, senin geçmişten bu güne kadar gelen soyun için bazı seçim hakları sunuldu. Karşında gördüğün kişi, senin büyük büyük babaannen.' Ardından, 'Reşit yaşa geldiğin için artık sana bir seçim hakkı sunuluyor ve bir tarafı seçmelisin' diye konuştuğunu belirtti.
Ben hiçbir şeyi seçmek istemedim ve Mahmut, Müslüman olduğunu ve Rahmani cinlerin lideri olduğunu söyledi. Ailesiyle birlikte burada olduklarını, ancak yalnızca kendisinin göründüğünü belirtti. Eğer onlar burada olmasalardı, hür bir seçim yapamazdım ve ifritler benim aklıma girebilirdi, beni yanlarına çekebilirdi. Ailemde sadece birkaç kişi hariç herkes kötü tarafı seçmişti. O sırada, insan kılığında olan ifritler, eski formlarına dönerek sinirlendiler ve çoğalmaya başladılar. Mahmut'un arkasında yeşil, beyaz ve siyah renkteki varlıklar da belirerek sayılarını artırdılar. Ortamın gerginliği yükseldiğinde, bir sıcak hava dalgası oluştu, o kadar sıcaktı ki bayıldım.
Dedem, anlattıklarımı gözleriyle takip etti. Bazı anlarda gözlerini genişletti, bazı anlarda duygusal bir şekilde tepki verdi. Geç kaldık, seçim hakkın sunuldu bile. Şimdi ne yapacağımızı düşünmeye başladı. Bir süre düşündükten sonra, 'Sana anlatmam gereken bazı şeyler var' dedi ve beni masanın üzerindeki Mina babaannenin hikayelerinin yazılı olduğu parşömenlere yönlendirdi."
"Parşömenlerde, Mina'nın hayatının ve yaptıklarının ayrıntılı hikayesi yazılıydı. Mina, büyü ile yazılmış gibi görünen bu hikayeye adım adım dahil olmuştu. Tarımla geçimini sağlamaya çalışan bir ailenin çocuğu olarak doğan Mina, dünya üzerinde doğduğu anın gündüzün geceye dönüştüğü saat olduğuna inanılırdı.
Mina, ailesinin ikinci çocuğuydu ve doğduğunda herkes tarafından büyük bir neşeyle karşılanmıştı. Ailesi, Mina'nın büyüdükçe onlara yardım etmeye başladığını görmekten mutluydu. Tarlada babasına, evde annesine sürekli yardım ederek ailesini mutlu ediyordu.
Ancak on sekiz yaşına geldiği bir gece, Mina'nın hayatı kökten değişti. Büyük bir fırtına kopmuştu ve bu fırtına, ailesinin yaşadığı yerleşkeye yaklaşmıştı. Babası ve ağabeyi, ekinlerini korumak için dışarı çıktılar, ancak bir daha geri dönmediler. Mina'nın annesi, dışarıda kaybolan ailesini aramaya karar verdi. Ancak annesinin çığlıkları duyuldu, Mina koştu, ama ne gördüğü ne de yaşadığı şeyler korkunçtu.
Bu andan itibaren Mina'nın hayatı ve geleceği, ifritlerle olan karşılaşmasıyla bağlandı. İfritler, Mina'ya bir seçenek sundular: Onlara katılarak sonsuz gücün ve bilginin sahibi olabilir ya da ailesinin talihsiz sonunu yaşayabilir. Mina, güçsüz olmanın onun için bir seçenek olmadığını düşünerek ifritlerin teklifini kabul etmek zorunda kaldı.
Şimdi, Mina, ifritlerin hükümdarı olarak yaşamının yeni bir aşamasına adım atıyordu. Bu olaylar, Mina'nın kaderini derinden etkileyecek ve onun hayatını sonsuza dek değiştirecekti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lidya
رعبYaşamak, içindeki umutsuzlukla birlikte garip bir umuttur. Bu karanlıkla aydınlık arasındaki ince sınırda, ben, belki de başka bir dünyadan sıyrılarak bu dünyaya adım attım. Benim adım Lidya. Ben, karanlığın en derin köşelerinde saklanan, çoğu insan...