Süveyda
Hastaneden çıkalı, daha doğrusu kaçalı iki hafta olmuştu. Ertesi gün hemen çalıştığım kafeye gitmiştim. Patronum halimi görünce beni geri eve göndermek istemişti, fakat benim bir gün bile evde yatmak gibi bir lüksüm yoktu. Bu yüzden çalışmak için ısrar etmiştim.
O da yaralarım iyileşene kadar mutfakta çalışmam ve müşterilere görünmemem şartıyla izin vermişti. Müşterilerin yüzümü görüp rahatsız olmalarını istemiyordu haliyle.
Yüzümdeki morluklar iyileşmiş ufak tefek sararmalar kalmıştı sadece. Başımdaki yarada kabuk bağlamıştı. Burnum ise ara ara sızlıyordu ve ben sargıyı çıkarmaya cesaret edemiyordum.
Ya erken çıkardım diye düzgün iyileşmezse. Riske atamazdım. Burun önemliydi sonuçta.
Bu iki haftada Serdar iki kez kapıya bir çocuk göndermişti. İlk gelişi hastaneden çıktığım günün akşamıydı.
Çocuk elinde çiçeklerle gelmiş, Serdar abi çok pişman gibisinden bir şeyler zırvalamıştı.
Çiçekleri almadan çocuğu geri göndermiştim o gün.
İkinci gelişinde ise elinde bir paketle gelmişti. Bu sefer çocuğu öylesine geri göndermemiştim. Daha doğrusu gönderememiştim, çünkü kapıyı annem açmış ve paketin içindeki hapları görmüştü. Bu haplar anneme bir ay yetecek kadar fazlaydı ve annem değil onları geri göndermek, beni bile kendi elleriyle teslim ederdi Serdara.
Ben de cüzdanımdaki bütün paraları çocuğa verip, Serdarın yüzünü bile görmek istemediğimi ve beni bir daha rahatsız ederse polise gideceğimi söylemiştim.
Gerçi polise gidemezdim, çünkü ondan uyuşturucu aldığım öğrenilirse, benim de başım belaya girerdi ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.
Her zamankinden farksız geçen iki haftadan sonra, bugün yine izin günümdü. Annem haplarına kavuştuğundan beri bana pek sataşmıyordu, bu sayede izin günümü kendime ayırmayı umuyordum.
Neredeyse öğlene kadar uyuyup, boş günlerimde yaptığım bütün rutinleri yerine getirmeye başladım.
Önce markete gidip, bu hafta aldığım maaşla, uzun zamandır boş olan buzdolabını doldurdum. Sonra evi temizleyip, biraz olsun düzgün görünmesini sağladım. Ardından kısa da olsa sıcak bir duş aldım. Uzun uzun alınca faturası da uzun oluyordu. En sonunda yeni başladığım kitap ve çilekli pijamalarımla kendimi yatağıma attım.
Bu pijamalar en sevdiğim pijamalarımdı. Bir iki sene önce sebze almak için gittiğim pazarda görüp, aşık olmuştum onlara. Sebzelere vereceğim paranın yarısını bu pijamalara verdiğim içinse, iyi bir dayak yemiştim annemden, ama buna değmişti bence.
Çilekler de en az burnum kadar önemliydi sonuçta.
Yaklaşık bir saatlik bir okuma keyfinden sonra acıktığımı hissettim. Allahtan dün yaptığım makarnadan kalmıştı. Şimdi kim uğraşacak bir de yemek yapmayla. Annem yemek istemese ben kendime asla yemek yapmazdım. Üşenirdim bir kere.
Mutfakta tezgahın üstüne oturmuş tenceredeki makarnayı yiyordum. Tezgahın üstünde yiyordum çünkü mutfakta masamız yoktu ve ben odama gitmeye üşenmiştim. Salonda da annem vardı ve onun yanında rahat yemek yemek asla mümkün değildi.
Makarnaları ard arda ağzıma tepiyordum ki, zil çaldı. Kaşlarım şüpheyle çatılırken, hangi münasebetsizin bu önemli anı böldüğünü düşünüyordum.
Ev sahibi? Kirayı dün ödemiştim. Elendi.
Komşular? Onların da zil çalmak gibi adetleri yoktu, direkt taş ve sopayla dalmayı tercih ediyorlardı. Elendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sólita | Tek Başına
Teen FictionBir tarafta şizofren ve uyuşturucu bağımlısı bir annenin yanında, sevgisiz büyümüş Süveyda. Diğer tarafta aile sıcaklığını, sevgiyi ve şefkati sonuna kadar tatmış ve şımartılmış Dilay. 17 yıldır yaşadıkları hayatların aslında kendilerine ait olmadığ...