Yemeğin geri kalanı benim yüzümden silemediğim gülümseme, Ege'nin sürekli ikizi Emire sataşması ve Yusufun bana olan 'Babama baba dedin, sarıldın eyvallah da şu adi herife benden önce abi demeni hâlâ atlatamıyorum' tripleriyle geçti.
Egenin çocuksu ve neşeli biri olduğunu tanıştığımız an anlamıştım zaten ama Yusufun daha ağır başlı ve ciddi olduğunu düşünmüştüm. Bu çocuksu halleri beni aşırı eğlendirmişti. İlk onunla tanıştığımız halde, Egeye abi dememe içerlemiş, ancak henüz aileye alışamadığımı düşündüğü için bir şey dememiş. E, ben de bugün babama sarılınca, fark etmeden ona yeşil ışığı kaymış bulundum.
Iyi ki de yakmışım o yeşil ışığı. Yoksa Yusufun bu hallerini yaşamamak büyük kayıp olurdu. Pardon Yusuf ABImin...
Tabii, bu düşüncem onun ciddiyetini anlamadığım ve şaka yaptığını düşündüğüm içindi. Resmen yemek boyu beni affetmesi için yalvartmıştı. En sonunda yanağını öpmem ve bundan sonra ona abi diyeceğime dair söz vermem şartıyla affetmişti. Ama benim çürük hafızam, daha iki dakika önce verdiği sözü unutmuş ve ona yine ismiyle seslenmeme sebep olmuştu. Bir de üstüne Ege koca bir kahkaha patlatıp, 'işte benim kardeşim, içinden bir tek bana abi demek geliyor' diye dalga geçince, iyice küstürmüştü Yusufu. Pardon, Yusuf ABImi....
İçimden sürekli Abi, abi diye sayıklıyordum ki ağzım alışsın. Yoksa bundaki bu alınganlıkla, daha çok trip yerdim.
Yemekten sonra, mutfağın karşısında ki oturma odasına geçmiştik. Oturma odası, salondan çok daha küçüktü ve daha samimi bir havası vardı. Beyaz duvarlardan biri sütlü kahve rengine boyanmıştı ve duvardan daha koyu bir renge sahip olan U şeklindeki koltuk, o duvara yaslanmıştı. Duvarda üç büyük çerçeve asılıydı. Sağ ve soldaki çerçevenin içine Ortaköy Camii'nin ve Galata kulesinin siyah beyaz resmi yerleştirilmişti. Ortadaki çerçevede ise, koltuğun üzerindeki koyu turkuaz kırlentlerle aynı renkte olan bir çiçeğin resmi vardı. Koltuğun tam karşısına ise siyah bir şömine kurulmuştu.
Normalde kış aylarını pek sevmezdim ama sırf şu şöminenin başında oturup sıcak çikolata içebilmek için, soğuk havaların hemen gelmesini isteyebilirdim.
Bir kısmımız koltuklara yayılmışken, Ege, Rüzgar ve Dilay duvarla aynı renkte olan yuvarlak halının üzerinde oturuyorlardı. Dilay ve Rüzgar, halının ortasındaki tahta masada resim yapıyorlardı. Egeyse bir yerlerinde pire varmış gibi yerinde sallanıp, odadakilere sırayla laf atıyordu.
Cidden hiperaktifti bu çocuk , iki dakika rahat duramıyordu.
Geri kalanlarsa bilmediğim, daha doğrusu dinlemediğim bir konu hakkında konuşuyorlardı. Neden mi dinlemiyordum? Çünkü koltukta Yusuf abimin dibinde bitmiş, türlü türlü hallere girerek kendimi affettirmeye çalışıyordum.
"Ya abi ya, bir kerecik daha affetsen olmaz mı? Yemin ederim içimden gelip gelmemesiyle alakası yok, alışık değilim sadece."
Cevap yok.
"Sana bir daha abi demeyeni gergedanlar kovalasın."
"Gergedanı nereden bulacaksın kız? Sakın affetme abi, bu seni oyalıyor, benden demesi. Kendinden emin olsa köpekler falan kovalasın der, daha olağan. Emin değil ki gergedan diyor."
"Ya vallaha yok öyle bir şey, aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Ege abi, senin amacın ne? Niye ikidir karıştırıyorsun ortalığı."
"Sus kız, abiye öf denmez."
Kaşlarımı kaldırıp şaşkınca baktım suratına. Öf demedim ki ben?
"Ortalığı karıştırmayım da ne yapayım? Daha sırada diğerleri vat, onları da küstüreceğim. Zaten Dilayı paylaşıyorum, bir de seni kaptıramam şu tipsiz heriflere."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sólita | Tek Başına
Teen FictionBir tarafta şizofren ve uyuşturucu bağımlısı bir annenin yanında, sevgisiz büyümüş Süveyda. Diğer tarafta aile sıcaklığını, sevgiyi ve şefkati sonuna kadar tatmış ve şımartılmış Dilay. 17 yıldır yaşadıkları hayatların aslında kendilerine ait olmadığ...