III

14 2 1
                                    

Herkes bir işin ucundan tutmuştu. Bir kısmımız mangal yakıp etlerle uğraşıyordu, bir kısmımız semaveri yakıyordu, bir kısmımız salataları ve garnitürleri yapıyordu. Herkes oldukça yoğundu anlayacağınız. Ben ise Ezgi ve Beste ile ip atlıyordum. Üstelik onlara da atlatmıyordum, ikisine zorla iplerin uçlarından tutturmuştum son beş seferdir falan sanırım ben ortadaydım. 

''Peri abla ya...'' diye ağlamaklı sesiyle konuştu Beste, ''bizde atlamak istiyoruz.''

''Bu yaptığın haksızlık, çocuk olan biziz.'' dedi Ezgi.

''Aman ya siz hep oyun oynuyorsunuz zaten, azıcık da ben oynasam ölmezsiniz.''

Ezgi tabii, hiç lafını sakınır mı? ''Seni Müberra babaanneme şikayet edeceğim.''

Aniden olduğum yerde durdum, ''Kız Ezgi, senin saçlarını çekerim görürsün.'' Derince içime çektiğim nefesi, seslice dışarı verdim. ''İyi ne yapıyorsanız yapın, gidiyorum ben.''             Küskünce ayrıldım yanlarından ancak birkaç adım attıktan sonra arkamı dönerek onlara birer öpücük attım. Ne kadar cadı gibi olsalar da seviyordum kerataları. 

Birkaç dakika sonra arı gibi çalışan canım ailemin yanına gittim. Müberra teyze yine huysuz ifadesi ile baş köşeye oturmuş gelen geçene emir yağdırıyordu. Onun yanına kuruldum hemen. 

''Boş gezenin boş kalfası, bir işin ucundan tutsan ölürsün zaten.''

''Müberra babaannem,'' diyerek bir elimi omzuna attım ''senin ve benim gibi prenseslerin bir eli yağda bir eli balda olur.''

''Geldin kaç yaşına, bu gidişle  evde kalacaksın haberin olsun.''

''Aman canım evde kalırsam senin yanına taşınırım, beraber çekirdek çitler milletin dedikodusunu yaparız.''

Tam bana cevap verecekti ki dünyanın en karizmatik sesi ismimi seslendi. Aziz abimdi bu, bir insanın sesi bile yakışıklı olur muydu? Hemen ayağa kalktım ve hızlıca yanına gittim.

''Söyle abilerin en yanar dönerlisi.'' Gülerek saçlarımı karıştırdı ve elinde tuttuğu araba anahtarını bana uzattı, ''Gelirken marketten bir şeyler almıştık. Poşetler Mahmut'un arabasının arkasında, getirebilir misin?'' 

Onaylar anlamda kafamı salladım ve zıplaya zıplaya arabalara doğru ilerlemeye başladım. Park yeri piknik alanın girişinde olduğu için, bizim olduğumuz yere oldukça uzakta kalıyordu bu yüzden o tarafa ilerledikçe bizimkilerden yükselen gülme sesleri azalıyordu. Bir kulağımda onlardan gelen boğuk kahkaha sesleri, bir kulağımda akan nehrin ve kuş cıvıltılarının sesleri o kadar güzel bir senfoni olmuştu ki bana, kocaman gülümsemeden edemedim. Tabii her şey gibi bu mutluluğumda kursağımda kaldı ve ayağımın taşa takılmasıyla kendimi birden yerde buldum. Dizlerimde ve avuç içlerimde hissettiğim acıyla hemen gözlerim doldu. Olduğum yerde oturarak kendime hızlı bir hasar kontrolü yaptım. Sağ dizim kanıyordu, sol dizimde çizilmiş ve kızarmıştı. Avuç içlerime ise minik çakıl taşları battığı için çoktan morarmaya başlamıştı. Ağlayarak ayağa kalktım, kafam kopmuş gibi davranmamalıydım ama duygusal olmak elimde değildi. Bir acil yardım seti olmasını umarak, topallar halde Mahmut'un arabasına ilerledim. Neyse ki düşmeden baya ilerlemiştim ki park yerine uzakta değildim. 

Elimde ki anahtarla arabayı açtım ve bagaj kapısını kaldırarak, kalçamı yasladım. Dizlerim acıdığı için ayakta durmak acı veriyordu ama avuç içlerimde acıdığı için güç alıp, kendimi oturmak için kaldıramıyordum. Telefonumu da yanıma almadığım için birini çağıramıyordum. Acaba bağırsam sesimi duyarlar mıydı? 

Ağlamam daha çok artıp sesli hıçkırıklar halini aldığında, elimde olmadan kendime söylenmeye başladım; '' Aptalsın sen! Aptal Peri! Ne diye zıplaya zıplaya yürüyorsun ki, çocuk musun sen? Al gördün mü başına gelenleri. Şimdi burada ölsen kimsenin ruhu bile duymaz.''

İki kalp arasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin