Gözlerini açıp odasının duvarlarında gezdirdi bakışlarını. Alarmı çalmadan önce uyanmıştı yine, son birkaç haftadır olduğu gibi. Derin bir nefes alıp yorganını üstünden attı ve ayağa kalkıp telefonundaki alarmı kapattı. Uyanması gereken saatten bir saat önce uyanmıştı ve bu şimdiden gününün kötü geçeceğini gösteriyordu.
Bugün haftanın en nefret ettiği günüydü: pazar günü.
Ayaklarını sürüyerek zorla odasından çıktı ve lavaboya ilerledi. Kapının önünde durup kafasını sağa çevirdi ve salonun girişine asılmış olan haçla gözleri buluştu. Hızla kafasını çevirip kendini içeri attı ve işlerini hallettikten sonra yüzüne buz gibi suyu birkaç kez çarptı. Lavabodan çıkıp sadece yere bakarak odasına ilerledi. O her gün kusana kadar gördüğü çelik haçı bir daha görmeye dayanamazdı.
Kendisini odasına atıp kapıyı kapattı ve sırtını duvara verip kafasını geriye attı. Yavaşça yere çömeldi ve kafasını dizlerine gömüp derin nefesler aldı.
Sadece bugünü atlatması gerekiyordu. Sadece bugün.
Ger hafta pazar günü bunları tekrar ediyordu kendine. O kadar zordu ki bu onun için, kaçıp gitmek istiyordu. İçini yakıp kavuran bu iğrenç hislerin yok olmasını diliyordu her gün. O salonun girişinde asılı olan haç sanki kendisine hakaretler savuruyor, küfürler ediyordu.
Birkaç damla yaş gözlerinden firar ederken onları elinin tersiyle silip ayağa kalktı ve dolabına yöneldi. Hazırlanması gerekiyordu, annesiyle babası birazdan uyanırdı.
Üstüne her pazar giydiği gömleği ve ceketini giyip altına da kumaş pantolonunu geçirdi. Bir de siyah çorap giyince hazırdı.
Her gün lanetler ederek gittiği o yere gitmeye hazırdı.
Kapıya yaklaşıp açtı ve göz göze gelmek istemediği o çelik nesneyi görmezden gelerek kafasını sağa çevirdi.
"Ah Hyunjin, uyanmışsın. Her zamanki gibi biricik oğlum erkenden kalkıp hazırlanmış. İşte benim oğlum."
Hyunjin annesine zorla gülümseyip babasının yanından geçti ve mutfağa girdi. O hazırlanmak istememişti ki! Erkenden kalkmak da istememişti! Pazar günlerini yaşamak da istemiyordu! Tek istediği aklının ve kalbinin artık bir düzene girmesiydi.
Mutfak dolabından bir bardak çıkarıp içine su doldurdu ve tek seferde bütün suyu içti. Bardağını tezgaha koyduktan sonra arkasını döndü ve babasıyla göz göze geldi.
"Günaydın oğlum."
"Günaydın baba."
Kısık çıkan sesine küfredip gülümsedi. Ailesinin önünde hep böyle oluyordu! Ya çok sessizdi ya da çok sinirli asla ortası olmuyordu!
"Gitmeye hazır mısın?"
"Evet, hazırım."
Kafasını sallayıp mutfaktan çıktı ve bulanmaya başlayan midesini derin nefesler alarak sakinleştirdi.
'Şimdi olmaz, daha dayanmam gereken upuzun iki saatlik bir işkence var."
Kendini olabildiğince hazırlayıp odasından telefonunu aldı ve kapıda onu bekleyen annesiyle babasının yanına gidip ayakkabılarını giydi.
Kapıdan çıkınca yüzüne çarpan hafif esintiyle gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. En azından gidene kadar kendini bu şekilde rahatlatabilecekti.
Kapının önündeki siyah arabanın şoför koltuğuna babası, ön koltuğa da annesi oturunca kendisi de arka koltuğa oturdu ve kemerini takıp camdan dışarı bakmaya başladı. İşte yine bir pazar günü eziyeti başlamak üzereydi, yine ağlamamak için kendini sıkacaktı, yine kendine olan nefreti biraz daha artacaktı. Artık kaldıramıyordu bunu. Sınırına dayanmıştı ama sesini de çıkaramıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
take me to church | hyunlix
Fanfiction"Korkuyorum Lix. Sana zarar gelmesinden, bize zarar gelmesinden korkuyorum. Ben... Seni kaybedemem. Beni sen kurtardın Felix, yemin ederim. Odamın o karanlık köşesine çöküp ağladığım günlerde senin gülümsemen beni kurtardı. (...) Sen benim hem en gü...