"Anne? Ne işin var burada?"
Hyunjin'in annesi de babası da pazar günleri hariç her gün çalışırdı. Tek izin günleri pazar günüydü. Yani eğer annesi salı günü eve geldiyse hiç güzel şeyler olmamıştı ya da olmayacaktı.
Bir süre annesini inceledi. Ondan beklenmeyecek şekilde bakımsız duruyordu. Her zaman yaptığı hafif makyajından hiç eser yoktu, saçlarını gelişigüzel toplamıştı. Hyunjin dikkatli bakınca gözaltlarının morarmış olduğunu ve muhtemelen ağladığı için gözleriyle burnunun kızarmış olduğunu gördü. Endişe ve korku iyice bedenini ele geçirirken annesi yavaşça ona döndü ve hiçbir duygu barındırmayan bakışlarla inceledi oğlunu.
Tamam, bu cidden iyiye işaret değildi.
"Otur."
Hyunjin annesinin buz gibi çıkan sesiyle irkilip çantasını kapının yanına koydu ve annesinin karşısındaki koltuğa oturdu. Kadın elleri kucağında, dimdik oturuyor ve sanki Hyunjin'in ruhunu emmek istermiş gibi ona bakıyordu. Neler oluyordu böyle?
"Benimle paylaşmak istediğin bir şey var mı?"
Hyunjin iyice gerilmişti. Annesi Felix'ten bahsediyor olamazdı değil mi? Çok gizli hareket etmişti, bu mümkün değildi. Olamazdı.
"H-hayır sanmıyorum..."
Kısık ve güvensiz çıkan sesine lanetler etti içinden. Ailesinin yanında hep böyle oluyordu ve bundan nefret ediyordu. Neden onlara karşı koyamıyordu ki? Neden yüzlerine karşı kendi istekleri olduğunu ve hayatını istediği gibi yaşama hakkına sahip olduğunu söyleyemiyordu?
"Hwang Hyunjin, dürüst ol."
Annesi ona adını ve soyadını bir arada kullanarak seslendiyse katiyen iyi bir şey olmuş olamazdı. Ayrıca muhtemelen Hyunjin'in başı çok büyük beladaydı. Hem de çok ama çok büyük.
"Yok anne, cidden."
İrisleri korkuyla titrerken kadın kendini sakinleştirmeye çalıştığını belli eden bir tavırla ellerini şakaklarına koyup derince bir nefes aldı. Hyunjin o an zamanın durmasını ya da hızla ilerlemesini ve bu ıstırap dolu konuşmanın bitmesini diledi.
"O sarı saçlı çocuk kim?"
"Ne? Kim?"
Hyunjin'in kalbi şimdi yalvarırcasına hızla atıyordu. Lütfen kaç git dinleme daha fazla diyordu. Yapamazdı, kalmak ve dinlemek zorundaydı.
"Beni oyalama Hyunjin. Sınıfınızdaki sarışın çocuk kim dedim."
Oyalamanın faydası yoktu biliyordu ancak gerçekle yüzleşmeye hazır hissetmiyordu kendini.
"Chenle'dan mı bahsediyorsun yoksa? Sınıf arkadaşım o."
Elindeki tek kartı da oynamıştı ve bunun hiçbir işe yaramadığını da fark etmişti. Annesi artık sabrının sınırına dayanmış, öfkesine yenik düşmüştü. Ayağa kalkıp avazı çıktığı kadar bağırdı.
"Benimle dalga geçme Hyunjin! Geçenlerde rahibelerden biri seni o sarışın çocukla okul çıkışında görmüş. Çocuk seni yanağından öpüp sarılmış, ne demek oluyor bu?!"
Hyunjin korkuyla annesine bakıp yutkundu. Yakalanmışlar mıydı? Hem de olabilecek en kötü kişiye: bir rahibeye?
"Arkadaşlar birbirini öpüp sarılamaz mı anne? Neden abartıyorsun?"
Kadın saçlarını çekiştirip çığlık attı. Öfke nöbeti geçirdiği her halinden belli oluyordu. Dudaklarını ısırıp oğluna onu öldürmek ister gibi baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
take me to church | hyunlix
Fanfiction"Korkuyorum Lix. Sana zarar gelmesinden, bize zarar gelmesinden korkuyorum. Ben... Seni kaybedemem. Beni sen kurtardın Felix, yemin ederim. Odamın o karanlık köşesine çöküp ağladığım günlerde senin gülümsemen beni kurtardı. (...) Sen benim hem en gü...