Hyunjin'in kilisedeki o iki kişiyle yaptığı konuşma kendisine iyi gelmişti. Günün geri kalanı o kadar da eziyet olmamıştı, en azından İsa ve Meryem heykelleri kendisini ayıplamamıştı bu kez.
Eve gelince de modu her zamankinden yüksek olmuştu. Arada bir gülümsemiş, kendini normalden daha az iğrendirici bulmuştu. Bunu başarabildiği için kendisiyle gurur duyuyordu, cidden.
Ayrıca bütün geceyi de düşünerek geçirmişti. Chan ve Changbin haklıydı, önemli olan kendi hisleriydi. Kendine karşı dürüst olması gerekiyordu. Dürüst. Gerçekten ne istediğinden emin olmalıydı. İyice emin olduktan sonra da bunu Felix'e anlatmalıydı. Felix onu anlar ve yardım ederdi. Hyunjin'in üzgün olduğunu görmek çok canını sıkıyordu zavallı çillinin.
Hyunjin eğer duygularını tamamen kabuk etmezse sadece kendini değil Felix'i de yıpratacağını anlamıştı o gece. Sarışının hayalet gibi dolaştığını düşününce kalbi korkuyla taklalar atmaya, midesi kasılmaya başlamıştı. Felix'i böyle görmeye dayanamazdı. Asla.
Bu yüzden iyice düşünmüştü. Ne hissediyordu? Felix'e karşı ne hissediyordu? Kendine karşı ne hissediyordu? İki sorudan emin değildi ama bir sorunun cevabı kafasında çok netti. Felix'e karşı olan hisleri.
Onu gerçekten seviyordu. Sarı saçlarına her dokunduğunda vücuduna yayılan elektrik dalgası değildi bunu anlamasını sağlayan. Ya da Felix'in dudaklarını kendi dudaklarında hissedince midesinde ıçuşmaya başlayan kelebekler, onlar da değildi. Felix onun içimi sıcacık yapıyordu. Sürekli izlemek istediği bir gülümsemesi vardı. Hyunjin oturup saatlerce o yıldızlarla dolu yanakların nasıl yukarı doğru gerildiğini izleyebilirdi. İzlerdi de.
Felix'e bakınca içinde bir koruma isteği uyanıyordu. Felix'e sarılmak ve onu herkesten, her şeyden korumak istiyordu. Pisliklerle, kötü işlerle dolu bu dünyaya minik meleğini bırakmak istemiyordu. Elinden tutup güzel yerlere götürmek istiyordu onu. Dondurma almak, kafelere götürmek, sinemaya gitmek istiyordu.
Felix'in gülümsemesini her gün görmek istiyordu.
Bunun için ne yapması gerektiğini de gayet iyi biliyordu ama korkuyordu. En azından şimdiye kadar korkuyordu. Kilisede tanıştığı o iki kişinin konuşmaları Hyunjin'i o kadar rahatlatmıştı ki, yalnız olmadığını hissetmişti. Ayrıca eğer isterse Felix ile birlikte her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünmüştü. Ona bir kere sarılsa her şeyi unutuyordu zaten, hiçbir şeyin bir önemi kalmıyordu. Ölümün eşiğinde bile olsa Felix'e sarılınca acılarını unuturdu. Çok iyi geliyordu Felix ona. O da Felix'e iyi gelmek istiyordu artık. Onu mutlu etmek istiyordu. Bu yüzden de artık korkularını bir kenara atması gerekiyordu. Hem kendi iyiliği hem de Felix'in iyiliği için yapmalıydı bunu.
Felix'i seviyordu, Felix'in de kendisini sevdiğini biliyordu. Şimdilik istediği tek şey Felix'e onu ne kadar sevdiğini olabildiğince göstermekti.
Alarmını kapatıp yatakta doğrulduğunda da aklında yine bu düşünceler vardı sadece. Gözlerini açar açmaz Felix'in kahkahasını duymuş, o sevimli yüzünü aklında canlandırmıştı.
Çok sevimliydi sarışın çocuk. Çilleri, sapsarı saçları ve büyük gözleriyle gerçekten civciv gibiydi. Hyunjin ona dokunmaya da bakmaya da kıyamıyordu. Kırılmasından korkuyordu. Ona zarar vermekten korkuyordu. Felix'e kötü bir şey olabileceği düşüncesi bile onu mahvediyordu.
Yataktan kalkıp odasından çıktı ve yüzünü yıkadıktan sonra giyinmek için tekrar odasına girdi. Her hafta içi giydiği ve alışık olduğu okul formasını giydikten sonra pijamalarını dolabına kaldırdı. Yatağını da topladıkları sonra boy aynasının önüne geçip kendini kontrol etti. Bir tuhaflık görmeyince yine nemlendiricisini unutmadan dudaklarına sürmüştü.
![](https://img.wattpad.com/cover/299766136-288-k652860.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
take me to church | hyunlix
Hayran Kurgu"Korkuyorum Lix. Sana zarar gelmesinden, bize zarar gelmesinden korkuyorum. Ben... Seni kaybedemem. Beni sen kurtardın Felix, yemin ederim. Odamın o karanlık köşesine çöküp ağladığım günlerde senin gülümsemen beni kurtardı. (...) Sen benim hem en gü...