Bütün bir hafta Hyunjin için çok güzel geçmişti. Felix ile hayatında ilk defa korku ya da endişe duymadan vakit geçirmiş, çıkışta Jisung ile buluşmaya gelen Minho'yu da sinir etmeyi unutmamıştı. Hyunjin'in bu neşeli halini görmek Minho'yu o kadar mutlu etmişti ki yaptıklarına hiçbir şey dememişti.
Felix onu iki kez öptükten sonra bir daha o cesareti toplayamamıştı ancak sürekli Hyunjin'e sarılıyor veya elini tutuyordu. Tabii bunu yaparken yüzü de kırmızının her tonuna bürünüyordu. Hyunjin bundan memnundu, Felix'i karşısında utanırken görmek hoşuna gidiyordu. Felix'in bu halinin normalde olduğundan kat ve kat daha şirin olduğunu düşünüyordu.
Ancak her zaman olduğu gibi mutluluk yine sonsuza kadar sürmemişti. Tekrar gözlerini o iğrenç alarmın sesiyle lanetli sabaha açmıştı. Gelmemesi için dualar ettiği ancak tabiki bu duaların bir işe yaramadığı o gün...
Pazar günü.
Gözlerini açtığında an duvarlar üstüne geliyor gibi hissetmişti. Sanki odadaki oksijen her saniye geçtikçe azalıyordu, havasız kalan ciğerleri nefes alsın diye onu yakıyordu.
Nefret ediyordu bundan. Her pazar günü bunun olmasından nefret ediyordu. Her pazar sabahına lanet okuyarak uyanmaktan nefret ediyordu. Kilisenin çanlarının kulaklarında yankılanmasından nefret ediyordu.
Kendinden nefret ediyordu.
Ciğerleri iyice yanmaya başlarken güçlükle nefes alabildi. Elini göğsüne koyup gözlerini kapattı ve derin derin nefes aldı. Bir an için cidden öleceğini düşünmüştü, istemsizce tutmuştu nefesini.
Bıkkınlıkla kalktı yatağından. Her ne kadar istemese de o yere gitmek zorundaydı. Kendisini aşağılayan o sesleri duymak zorundaydı. Zorundaydı. Bunların hepsine zorunda olduğu için katlanıyordu.
Dolabından kıyafetlerini çıkarırken kafası yine düşüncelerle doluydu. Pazar günlerini sevmiyordu çünkü onu karanlıktan çekip çıkarabilecek bir Felix'i yoktu yanında. Sesini duyamıyor, saçlarını karıştıramıyordu.
Bu ona iğrenç derecede yalnız hissettiriyordu. Katlanamıyordu buna.
Ceketini oflayarak üstüne geçirdi ve aynada kendine baktı. Bir değişiklik yapıp normalde salık bıraktığı saçlarını toplamaya karar verdi. Felix ona çok kızıyordu saçlarını topladığı zaman. "Bırak kalsın! İlla toplayacaksan ver tokayı, ben yapacağım!" diyordu. Hyunjin de hiç kıyamıyordu çilli sevdiğine, salıyordu saçlarını. Toplamasına izin vermemişti hiç çünkü kalbinin atmayı kesmesinden korkuyordu.
Saçlarını güzelce bağlayıp odasından çıktı ve başını hemen öne eğdi. O şeyi görmek istemiyordu.
"Günaydın canım."
Bir de Hyunjin'e sorun onu. Günü hiç aymamıştı ve ertesi güne geçene kadar da aymayacaktı. Tabii bunu hemen karşısında duran annesine söyleyemezdi.
"Günaydın anne."
Annesi gülümseyip Hyunjin'in bağladığı saçlarında elini gezdirdi. Aslında Hyunjin'in saçlarını uzatmasını istemiyordu ancak ona yakıştığını düşündüğü için ses etmiyordu.
Keşke başka şeyler için de ses etmeseydi.
"Bugün biraz erken çıkacağız umarım senin için bir mahsuru yoktur. Babanla kilisede ufak bir işimiz var."
"Hayır sorun değil." Evet sorun! Adını duymaya bile katlanamadığı o yerde normalden daha uzun süre kalmak tabiki sorundu! Tabiki bir mahsuru vardı!
"Tamamdır! Sen yavaştan kahvaltını edip dışarı çık. Baban arabayı getiriyor."
"Kahvaltı yapmayacağım, aç değilim. Çıkayım ben."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
take me to church | hyunlix
Fiksi Penggemar"Korkuyorum Lix. Sana zarar gelmesinden, bize zarar gelmesinden korkuyorum. Ben... Seni kaybedemem. Beni sen kurtardın Felix, yemin ederim. Odamın o karanlık köşesine çöküp ağladığım günlerde senin gülümsemen beni kurtardı. (...) Sen benim hem en gü...