Okulda geçen uzun saatlerin ardından gün yine pek bir şey olmadan bitmişti. Boş muhabbetler dönmüş, dersler geçmek bilmemiş, ödevler verilmiş, teneffüslerde Hyunjin Felix'i izlememek için elinden geleni yaparken diğerleri sohbet etmişti. Tabii Hyunjin her seferinde başarısız olmuş ve kendini sarışının yüzüne gözleri parlayarak bakarken bulmuştu.
Hyunjin şimdi eve gelmişti ve salondaki onu aşağılayan çelik nesneyi görmemek için kafasını önüne eğerek hızla odasına girmişti. Annesi de babası da çalışıyordu bu da ona akşama kadar rahat düşünme zamanı veriyordu.
Ders çalışmaya ve ödevlerini yapmaya başlamadan önce her zamanki gibi üstünü değiştirdikten sonra bir şeyler atıştırdı ardından yatağına uzanıp kollarını da kafasının altında birleştirdi.
"Felix ne kadar şanslı!" diye düşünmeden edemiyordu Hyunjin. Okuldaki herkes ve hatta ailesi onun yönelimini biliyor ve buna saygı duyuyordu. Annesi ve babası o kadar destek çıkıyordu ki Felix'e, insan ister istemez imreniyordu. Herkese kolaylıkla "Ben biseksüelim." diyebiliyordu. Ondan iğrendiğini söyleyenler umurunda bile değildi. Her zaman hem erkekler hem kızlar arasında popüler olmuştu Felix, üstüne bir de yönelimini açık açık söyleyince bu popülaritesi iyice artmıştı. Geçen hafta alt dönemlerden bir kız ve kendi dönemlerinden bir erkekten çıkma teklifi almıştı ancak ikisini de kibarca reddetmişti. Bu durum Hyunjin'i hem rahatsız ediyor hem de sevindiriyordu. Düşünceleri o kadar birbirine girmiş durumdaydı ki ne düşündüğünü kendisi de bilmiyordu artık.
Felix'in kendiyle bu kadar barışık olması ve çevresi tarafından kabul görmesi onu gerçekten çok mutlu ediyordu. Felix onun meleğiydi ve o bir meleği, hele ki kendi meleğini üzgün görmeye dayanamazdı.
Öte yandan Felix'in bu kadar popüler olması ve neredeyse her hafta bir çıkma teklifi alması onu korkutmuyor değildi. Ona olan hislerini daha birkaç ay önce kabullenebilmişti ve o zamandan beri Felix'in başkasıyla birlikte olacağı düşüncesi onu delirtiyordu. Felix'i paylaşmak istemiyordu.
Hyunjin'in zihni gerçekten allak bullak bir haldeydi. Felix'e olan hislerini kabul etmeyi başarmış ancak inkar etmeyi bırakamamıştı. Kendini kabul edemiyordu bu da onu içinden çıkılması imkansız olan bir ikileme sürüklüyordu. Kiliseye her gittiğinde, her haç ya da İncil gördüğünde, ailesi her aklına geldiğinde bütün vücudu korkuyla titriyordu. Bunun bitmesini dilemekten başka bir şey gelmiyordu elinden.
Eğer kendini Felix'in dudaklarına bakarken ve onu öpmek isterken bulursa hemen bunları kafasından atıyor- daha doğrusu atmaya çalışıyordu. Aklı ve kalbi ciddi anlamda birbirine savaş açmıştı ve Hyunjin bu savaştan sağ çıkamayacaktı.
Düşünceleri gittikçe karamsarlaşırken çalmaya başlayan telefonu onu kurtarmıştı. Eğer biraz daha o şekilde yatıp düşünmeye devam etseydi kendini dipsiz bir kuyunun dibinde bulurdu.
Telefonu alıp arayana baktı ve açtıktan sonra kulağına götürdü.
"Efendim Jisung?"
"Hyunjin iyisin değil mi? Bak ben seni tanıyorum kesin yatağa yattın saçma sapan şeyler düşünüyorsun."
Hyunjin kıkırdayarak yattığı yerden doğruldu ve yan dönüp ayaklarını aşağı sarkıttı. Bir kolunu geriye yaslayıp destek aldı ve başını arkaya yatırdı.
"Beni bu kadar iyi tanıman korkutucu Ji. Biraz ürperdim."
Diğer taraftan bir iç çekiş sesi duyuldu. Muhtemelen Jisung aynı anda göz de devirmişti.
"Bak Hyunjin, bu sonsuza kadar böyle süremez biliyorsun değil mi? Korkularını bir kenara bırakman gerek."
Hyunjin dudaklarını birbirine bastırıp arkaya yasladığı elini ensesine attı ve vücudunu öne eğip cevap vermeden önce birkaç saniye bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
take me to church | hyunlix
Fanfiction"Korkuyorum Lix. Sana zarar gelmesinden, bize zarar gelmesinden korkuyorum. Ben... Seni kaybedemem. Beni sen kurtardın Felix, yemin ederim. Odamın o karanlık köşesine çöküp ağladığım günlerde senin gülümsemen beni kurtardı. (...) Sen benim hem en gü...