0 - Yedinci Bölge

654 64 15
                                    

Küçük kızlar korktukları zaman annelerinin yanına saklanırlardı. Bense değil yanına ilişmek, korktuğumu söyleyemiyordum. Düştüğümde bile yarama bakmak için değil, kendi başıma ayağa kalktığımı görmek için duruyordu başımda.

Her çocuk gibi ben de kendimi bildim bileli, sekiz yaşına kadar bu evde misafir olduğumu biliyordum. Karma adı verilen sistem sayesinde hiçbir çocuk doğdu evde kalmazdı çünkü.

Buranın misafiriydim belki ama aile bağlarımızda mı misafirdi? Elbet buraya geri dönmeyecek miydim?

Omzuma sertçe konan el ve kapanan pencere... Kısacık yaşadığım hayatın özeti olan bu anı belki de son kez yaşıyordum.

"Sana daha kaç kere söyleyeceğim sabah sabah şu pencereyi açma diye." O gün, sinirden hızlı hızlı yaptığı el işaretlerini zar zor anlayabilmiştim. İçimden geçirdiğim sözler dün gibi aklımdaydı hala.

Bir daha söyleyemeyeceksin anne ama belki ileride, çok ileride...

O da bunu hatırlamış gibi kapatmıştı gözlerini. Sakinleştiğinde dizlerini büküp benimle aynı hizaya geldi. Şaşırmıştım, ilk defa annem bana tepeden bakmıyordu. Daha önce bir kere bile çıkardığını görmediğim kolyesini başında geçirdi.

"Bu kolyeyi annem de benim gibi başında hiç çıkarmazdı. Benim evden ayrıldığım gün bana vermişti. Şimdi bu kolyeyi boynundan hiç çıkarmama sırası sende." Ellerini, anladığımdan emin olmak için olağanca yavaşlığı ile oynatıyordu.

"Ne olursa olsun, bu kolye hep boynunda kalsın." O gün ilklerin günü olmalıydı ki yine ilk defa tereddüt görmüştüm gözlerinde. Ona, tamam anlamını taşıyacak hiçbir harekette bulunmasam bile verdiği görevi en iyi şekilde yapacağımı biliyormuşçasına kalkmıştı ayağa.

"Ayakkabılarını giy, gitme vaktin geldi."

Babamın, yanında valizle beni kapıda beklediğini yeni fark ediyordum. Belki diye geçirmiştim içimden, belki bu gün sarılırdı bana. Bunun yerine kapıya çıkmış ve kendi ayakkabılarını giyinmişti annem.

İlk kez dışarı çıkmanın heyecanı, buradan gidiyor olmanın burukluğu vardı içimde. Daha önce yüzlerce kez izlediğim gibi geçirdim ayaklarıma ayakkabıları.

Çocuk kalbim ailemin sadece fiziksel olarak var oluşunu unutmuştu bile. Dışarı çıkacağım için aşırı heyecanlı iken bütün evlerin penceresinden görünen o büyük binaya gideceğim için ne hissetmem gerektiğini bilemiyordum.

Daha ne kadar heyecanlanabilirdim ki?

Odalardan oluşan sınırlarımın kalkması beni deli gibi ürkütse de bana dayatılarak öğretilen gibi sanki hiçbir şeyden korkmuyormuşçasına çıktım evden. Elbette ki sendelemem uzun sürmemişti ama bu önemli de değildi. Sonuçta ben o evden dışarıya çıkmak için ilk adımımı atmıştım.

O an annemin ellerimden tutmasını ne çok istemiştim. Şimdi anlasam da ne için o küçücük elleri asla tutmadığını, hala buruk bir yanım.

Kapıdan çıkışımız ile her şey alelacele olmaya başlamıştı. Arabaya binişimiz, o her zaman hayalini kurduğum yüksek binaya girişimiz...

Arabanın hareket etmesi ile gözlerimi kapatmam bir olmuştu. Elbette ki arabaların hareket edebildiğini pencereden görebiliyordum ama bizzat içinde olmak bambaşkaydı. Hele binanın içerisine girdiğimizde ki küçücük alanı görmenin verdiği hayal kırıklığı, birkaç dakika sonra yaşayacağım şoku bilememden kaynaklıydı.

O küçücük alanda sadece iki kapı vardı. "Sen buradan gireceksin." demişti annem. "İçeriye girdiğinde yukarıya bak, bizi bulabilmen için sana el sallayacağız."

Annemin beni kapıdan geçirmesi ile gördüğüm uzun koridor gözümü korkutmuştu. Kapıya tekrar döndüğümde ne tutacak bir kol vardı ne de kapıyı ittirdiğimde açılıyordu. Belli ki tek yönlüydü kapı, belli ki çıkmayı deneyen tek kişi ben değildim.

El mahkum korka korka geçmiştim o uzun koridordan. Sonra gördüğüm büyük alan ve gözümün tek seferde fark edemeyeceği kadar çok çocuk...

Hepimiz sadece sekiz yaşında kurbanlık koyun gibi beklemeye başlamıştık.

Kır saçlı bir adam gelmiş, büyük bir cihazın yanında yerini almıştı. Görevliler çocukları tek tek kır saçlı adamın yanına götürüyor önce annelerimizin yakamıza taktığı karttan adımızı okuyup sonra kolumuzda çıkan işaret ile hangi bölgeye gittiğimizi söylüyordu.

Bense o sırada annemin içeriye girerken bana söylediklerini hatırlayarak yukarı bakmıştım. O kadar çok kalabalıktı ki yukarısı, bir de herkes el sallıyordu. Nasıl bulacaktım ben onca insanın içerisinde ailemi?

Sıra bana geldi ve ben de korkunç görümü olan kır saçlı adamın yanına gittim. Kolumu cihazın içerisine soktular. Ben tabi bu sırada hala annemi arıyorum. Hissettiğim yanma ile gözlerim dolarken sonunda o büyük cihaz bırakmıştı kolumu.

Adamın gördüğü sembol ile gözleri büyümüş ve bana bakmıştı. Kim bu talihsiz diye soruyordu o gözler.

"Bade Sayar, Yedinci Bölge." dedi iri ellerini oynatarak. Bir anda el sallayan herkes durdu, o an anlayamamıştım neden bu kadar şaşırıldığını.

Birden, birisi deli gibi demirlere vurmaya başladı. Sonunda bulmuştum annemi ama annem elleri ile "Hayır." diyordu. "Hayır, götürmeyin yavrumu oraya!" Ağzını açıyor ve bağırmaya çalışıyordu ama nafileydi.

 İlk defa, kral harici kimsenin konuşamamasını haksızlık olarak görmüştüm. Herkes bir şeyleri anlatabilmek için ellerini kullanıyorken, kralın sesini duyuruyor olabilmesi kesinlikle haksızlıktı.

Babamın gözlerinden düşen yaşlar kaşlarımı çatmama sebep olmuştu çünkü ben daha önce hiç babamı ağlarken görmemiştim.

Ben daha ne olduğunu anlayamadan başımdan geçirilen siyah kumaş parçası ile kararmıştı dünyam.

Sessizlik Bizim İçin FısıldıyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin