Güneşin kavurucu sıcağının yüzüme vurması ile kendime gelmiştim. Susuzluğun dibini sıyırdığımı, yutkunamadığımda fark etmiştim. Sırtımdan terlerin süzüldüğünü hissediyor ama anlamakta zorluk çekiyordum.
Kışın ortasında, bu hava da neydi böyle?
Gözlerim büyük bir hızla açıldığında, canımın yanması ile geri kapatmaya çalışmıştım ama nafileydi. Tüm bedenimin uyuşukluğuna rağmen kalkmıştım ayağa. Işığa az da olsa alışmam ile hafiften hafiften görebilmiştim etrafı.
En son ateş saça saça yürüyordum. Her yeri küle dönüştürüp bir çöl oluşturmam mümkün müydü? Değilse ben buraya nasıl gelmiştim?
Sessizlik, bir şeyleri anlamamı ister gibi döndürmüştü beni etrafımda. Beni yöneten her neyse, onun adını sessizlik koymuştum. Benimle iletişime geçecek olanağı olmasına rağmen bu konuda hiçbir şey yapmıyordu çünkü.
Çok basitti aslında, zaten bedenimi etkisi altına almıyor muydu? Ellerimi kendi istediği şekilde oynatsa pekala anlayabilirdim ne demek istediğini. "Sanki çok yalnız kalıyordun." Ellerim benden bağımsız oynarken, düşüncelerimin de ele geçirildiğini yeni fark ediyordum. Özele saygısızlıktı bu! Ayrıca çok yalnız kalmıyor olmam hiç yalnız kalmıyor olduğum anlamına gelmiyordu.
"Etrafına bak artık aptal çocuk."
Ne vardı ki etrafımda? Kuraklıktan ölmek üzere olan ağaçlar, kum, güneş ve çok uzakta gibi görünen bir orman. Bekle, orman mı? İdrak ettiğim gerçek beni derinden sarsmıştı. Kendimden geçtiğim o anlarda sınırdan da geçmeyi başarmıştım.
"Geri dönme hayalleri kurma, senin kaderin arkanda. Artık kaderine doğru ilerle aptal kız."
Ben aptal değildim! Hem, Deniz ve Ali ne olacaktı? Onları arkamda bırakamazdım ki.
Sessizlik yerimde durmamdan hoşnut olmadığını belirtircesine beni arkama döndürdü. Yolun bu diyordu, başka seçeneğin yok diyordu. Biliyordum ki geri dönmeye kalkarsam bedenimi tekrar ele geçirecekti.
Ağaçlar sıklaşıncaya, hatta bir gölgeleri oluşuncaya kadar yürüdüm. Her şey çok garipti. Uyandığım zaman gördüğüm tek şey kurumuş dallarken, şimdi o dallar yeşermiş hatta ılık bir esinti başlamıştı. Sanki birkaç saat daha yürüsem sonbahara ulaşacaktım.
Bu düşünceden sonra çok yürümeme gerek kalmamış, kulağımın dibinden geçen bir ok ile yerimde donmuş kalmıştım. O an düşündüğüm tek şey hayatımda ne kadar çok, ölümle burun buruna geldiğimdi.
"Ellerini kaldır." Duyduğum sesin ne olduğunu algılamaya çalışırken ellerim benden bağımsız havalanmıştı. Ağaçların arkasında kamufle olan dört kişi çıkmış ve etrafımı sarmıştı. Oklarının ucu bana dönükken içten içe isyan ediyordum.
"Kimsin?" Ben hala sesin nereden geldiğini sorgularken hızlıca "Adım Bade." demiştim ellerim ile. "Nereden geldin?" Karşımda duran adamın öne çıkması dikkatimi çekerken neden ağzını oynattığı ile ilgili tahmin yürütmeye çalışıyordum.
Ne kadar komik değil mi? Ben o gün önümde duran adamın sakız çiğniyor olduğunu düşünmüştüm. Ta ki "Nereden geldin?" diye bağırana kadar.
İkinci kere birinin konuştuğunu duyuyordum. "Aman tanrım, siz prens misiniz?" diye sormuştum. Bana göre konuşabilen tek kişiler kral ve prensti çünkü. Karşımda ki adam ise kesinlikle kral değildi.
"Ne saçmalıyor bu kız?" Konuşmuştu, yanında ki adam da konuşmuştu. O da mı prensti ki? Gerçi kaç tane prens olursa olsun içlerinden sadece bir kişi konuşabilme yeteneğine sahip olurdu. Kral'ın kim olacağı, baştan belli ederdi kendini.
Ben karşımdakilere, karşımdakiler de bana uzaylı görmüş gibi bakıyordu. Hoş, birbirimiz için uzaylıdan bir farkımız yoktu zaten. "Bizimle geliyorsun, yürü."
Onlara, ne söylediklerini anlamadığımı belirtmek istesem de yapamamıştım. Öylece orada duruyordum. Az önce beni yönlendiren sessizlik şimdi neden hiçbir şey yapmıyordu?
Rica ediyorum, bu kez de yardım eder misin?
Aldığım cevap yerde tepinmemi sağlamıştı. Sanki düşüncelerimi hala okumuyormuşçasına "Özeline saygı duyuyorum seni nankör yaratık." demişti ellerimle. Özür dilememi bekliyorsa kesinlikle yanılıyordu.
Özür dilerim.
Bunun öcünü elbet bir gün alacağım.
Çok geçmeden ben önde onlar arkamda yürümeye başlamıştık. Özür dilediğim için aldığı keyfi göstermek istercesine sallana sallana yürüyordum. Anlamamıştım ki kafamı karıştırmaya çalışarak ona zorluk çıkartmamamı sağladığını.
Ağaçların seyrekleşip bir yerleşim yerini ortaya çıkardığında duraksamıştık. Benden kat kat büyük olan taş duvarlar bana kaleyi hatırlatıyordu. Gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Geleceği, hiç kimsenin bilmesi mümkün değildi. Yine de sormuştum sessizliğe.
Babam ve kardeşlerim ile yeniden kesişecekti yolumuz, öyle değil mi?
Küçük bir oğlan çocuğunun bize doğru koşarak gelmesi ile yanımda ki adam yayını omuzuna asmıştı. Kendisine doğru zıplayan küçüğü kucağına aldı. "Baba bana tavşan getirdin mi?" Algılamakta zorluk çekiyordum.
Biri bana acilen burada ne döndüğünü açıklamak zorundaydı.
"Anne, babam bana tavşan yerine bir abla getirmiş." Bize doğru yaklaşan kadın ağzını oynattı. "Bu kızda kim, Selim?"
Aklımı kaçırmama neden olacak gerçeği elbette ki fark etmiştim. Burada ki herkes konuşabiliyordu. Bu da ne demek oluyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizlik Bizim İçin Fısıldıyor
Bilim KurguHerkesin susmak zorunda kalıp sadece kralın sesini duyurduğu bu dünyada benim adım Bade'ydi, Sade değil ve asla bana bu ismi veren kişinin istediği gibi sade, sıradan bir hayat yaşamayacaktım.