Herkes sebepsizce çıkıp aynı şekilde sönen o yangını konuşuyordu. Kimisine göre, yedinci bölgenin uğursuzluğunun bir simgesiydi bu yangın. Kral ve komutana göre ise Asil'in "Hala hayattayım." deme şekliydi.
Gerçeği bilen ise elbette ki üç kişiydik. Ali ve Deniz nihayet bende ki sorunu fark etmiş ama oldukça yanlış yorumlamışlardı. Onlara göre ben, ateşi kontrol altına alamayan birisiydim.
Oysaki daha önce de söylediğim gibi kontrol edilen kişi bizzat bendim.
Yangın sonrası kaleye dönüşümü, büyük bir şans olarak anlatmıştım herkese. Tamamen tesadüfen yürümüş ve kaleyi bulmuştum. Komutan dışında herkesi ikna etmeyi başarmıştım. O, tesadüflere inanan bir insan değildi.
Yine de yalanımı yutmuş gibi yapıp hiçbir şey sormamıştı. Ben de olmayan soruya bir cevap verecek kadar aklımı yitirmemiştim henüz.
Anlayacağınız üzere, "Seni bekleyeceğim." diyen yeşil gözlü çocuktan kimsenin haberi yoktu ve ben, kendimle alakalı sırların anahtarını taşıdığını düşündüğüm o çocuğun istediğini yapıp gitmiştim ona. Gecenin üçünde herkes uyurken ve en önemlisi, komutan kalede değilken.
Geleceğimden emin olması beni geriyordu. Beni gördüğünde ki kendinden eminliği neyden kaynaklıydı bilmiyorum ama ben, aptalı oynamayı seçmiştim. Oraya, sadece yakışıklı birisini görmeye gitmiş gibi davranmıştım.
"Göl çok güzel olduğu için geldin değil mi?" diye sormuştu ilk gittiğimde. Sadece kendisini izlediğimi, göle bir kere bile bakmadığımı gayet iyi biliyordu ama ona ayak uydurarak "Kesinlikle sadece göl için." demiştim.
Hayatımın her karesi bana göre bir tabloydu ve o tablolar, her zaman bir şey anlatır ve konuşurdu benimle. Verdiğim cevapla beraber omuzları sarsılırken başını geriye yatırışı da bir tabloydu benim için. Attığı kahkahayı kendisi duymamıştı belki ama ben duymuştum.
O kahkaha, yeryüzünde duyduğum en güzel melodiydi ve ben artık rolümü oynamıyor, yaşıyordum.
Sonra o suya girmiş bense sadece ayaklarımı sokmuştum. "Neden yüzmüyorsun?" diye sormuştu bana. "Yüzmeyi bilmiyorum." demiştim usulca. Yedinci bölgede ki hiç kimsenin yüzme bilmediğini yüzüne vurmamıştım.
Her gün gece üçte yanına gidiyordum. Bazen kendi bildiğim yoldan ilerlerken bazen ayaklarım benden bağımsız başka bir yola sapıyorlardı ama yolun sonu hep göldü. Ona dair şüpheli şeyler var olmasına rağmen ben yok saymayı seçmiştim. Onunla konuşmayı seviyor ve düşünmeden yapıyordum.
Hiç konuşmadan yıldızları izlediğimiz oluyordu. Böylesine güzel bir yere hiç kimsenin gelmeyişini, bu yeri bilmiyor olduklarına bağlamıştım.
Bir ara bana piyano çalmak istediğinden bahsetmişti. Hayal meyal hatırlıyordum piyanonun çıkardığı sesi çünkü ailemden kalma bir hatıraydı sadece benim için. Ona piyano çalmayı nereden bildiğini sormadım.
Ona birçok şeyi sormadım, alacağım cevapların beni üzmesinden korkuyordum.
Yine akşamüstü, ben ona gideceğimin hayalini kurarken çaldı kalenin çanları. En son bu çanlar çaldığında, kralın gelişi duyurulmuştu. Deniz ile ben titreye titreye gittik meydana. Beklediğimiz son yaklaşıyordu.
"Kral bir hafta sonra buraya geliyor. Asil'e verdiği sürenin dolduğunu ve onu bizzat kendisinin arayacağını belirtiyor. Herkesin yatağına yapacakları görev için bildirgeler koyuldu. Gidip bakabilirsiniz." dedi komutan elleri ile.
Ali ve Deniz'e göre bu, artık buradan kaçmamız gerektiğinin haberiydi. Benimse aklımda tek bir gerçek vardı. Göl artık sadece bize ait olmayacaktı.
Gece üçü zar zor edip adeta koşarak gittim yanına. Benim gözlerim yanarken onun gözleri her şeyi bildiğini haykırıyordu. İşte sayın okurlar, o an aklım başıma gelmişti. Günlerce konuştuğum kişi, kralın casusundan başka biri değildi.
İnkar etsin istedim. Eğer inkar etseydi, hiç düşünmez ve kaçma planına onu da dahil ederdim.
Pişmanlığı bilirsiniz değil mi? Pişmanlık insanın içine ilmek ilmek işleyen bir duygudur. Öyledir ki seni de yakar karşındakini de. Kuru bir özür değildir pişmanlığı dile getirmenin hakkı. O gün onun sadece "Özür dilerim." diyebilecek kadar zamanı vardı.
"Git." dedim ben de zaten. "Git ki bari burası güzel bir anı olarak kalsın bende." Düşünmedi ve söyleneni yaptı. Tıpkı benin günlerdir yaptığım gibi.
Bana göre ise kaçma rotamız hazırdı artık. Hiç kimsenin bilmediği bu yerden kaçacaktık kardeşlerimle. Büyük bir hüsran ile girdiğim yatağımda ağlayarak uykuya daldım.
O günü hala en büyük pişmanlığım olarak yaşarım.
Uyandığımda, dünden açıp bakma zahmetinde bulunmadığım bildirgeyi aldım elime. Birkaç hafa önce burada asker olarak yaşamaya başlamıştık. Gelen zarfın içinde bir harita olması, komutanın planımızdan haberdar olduğuna işaretti. Kendisi de biliyordu ki yaşamak için kaçmalıydım.
Bunun verdiği güvenle, akşam çıkmıştık yola. Ali ve Deniz nereye gittiğimizi sorgulamadan beni takip ediyordu ve sır olmaktan çıkan göle varmıştık.
Onun ne kadar zeki olduğunu unutmak en büyük aptallığımdı. Orada öylece durmuş ve bekliyordu. Gittiğini sanmamın sonucunun, Ali ve Deniz'den ayrılmak olduğunu biraz sonra öğrenecektim.
"Gidemezsin, kaleye geri dön." dedi bana. Deniz karşımızdakinin kim olduğunu sorgularken Ali, büyük bir hayret ile bakıyordu ona. Zavallı ben ise Ali'nin de birinci bölgeden geldiğini yeni idrak ediyordum. Deniz'in, Ali'ye bir kere bile bakmaması ise beni mahvetmişti.
Ben herkesin sırları var sanırken, onların bazı gerçekleri bildiğini yedirememiştim kendime.
Ellerimden çıkan ateşler sadece bir kişiyi şaşkına çevirirken bu sefer kısa sürede sönmeyecek bir yangın başlamıştı. Bedenim tekrar ele geçirilirken ben yürüdüğüm her yeri yakıyordum. Ardımda bıraktığım üç kişiye ne oldu bilmiyorum ama benim içim yanıyordu.
Bilincimi ne zaman kaybettiğimi bile hatırlamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizlik Bizim İçin Fısıldıyor
Science FictionHerkesin susmak zorunda kalıp sadece kralın sesini duyurduğu bu dünyada benim adım Bade'ydi, Sade değil ve asla bana bu ismi veren kişinin istediği gibi sade, sıradan bir hayat yaşamayacaktım.