Bir tablo görmüştüm. Ortasında taştan bir bina, kenarları ise hep yeşillikti. Deniz ile ben de sağ alt köşede saklanıyorduk. "Talihsiz kız." demişlerdi ondan için. Yapıştırılan bu yafta ile hayatını sürdürmeye çalışırken, ortak bir saklanma alanı sonucunda arkadaş olmuştuk.Büyük bir ağacın gövdesi bizi kameradan uzak tutuyor, yerimiz belli olsa dahi ne yaptığımız belli olmuyordu.
Mutfaktan kaçırdığım kibrit kutusu ile oynuyordum ben. Keşfettiğim yeni bir gizem vardı içinde.
Ellerimin ucuna kadar gelen sıcaklığı üfleyerek söndürmüştüm. Deniz'in hafif çekik gözleri, ne düşündüğümü anlamak istercesine bakıyordu. "Dikkat et, bu gidişle yakacaksın kendini." Kurduğu cümle gülümsememe sebep olmuştu.
Ateşe dokunduğum an yanardım elbette. Denemek için bir kibrit daha alevlendirdim. Elimi götürdüğüm sıcaklık dünkü gibi acıtmıştı.
Oysaki bir önce ki gün sadece sıcağın dokunduğu elim birden alev almış ve beni yakmak yerine, usulca dans etmişti elimle. Belki de aklımla oyun oynuyordu ve ben delirmenin kıyısında dolaşıyordum.
Düşüncelerim ile fark etmeden dokunmuştum ateşe. Deniz elimin tutuştuğunu fark edip su şişesine yönelirken durdurmuştum onu. "Yanmıyorum." İşte tekrar oluyordu ve ben tutuşmama rağmen acı hissetmiyordum.
"Bu nasıl olur?" Deniz beni dinlemeyerek su şişesinin kapağını açtığında, suyu dökemeden yok olmuştu ateş. Hayret verici bu olaya alışmıştım artık. "Bazen kendi kendine ateş çıkıyor. Bu olayı benden başka gören yok ve akıl sağlığımı kaybediyor gibi hissediyorum."
Bir haftalık tanışıklığımızda fark etmiştim ki Deniz sakin bir kızdı ama bu olay karşısında o bile şaşkınlığını gizleyemiyordu.
O gün bilmiyordum ki biri daha öğrenmişti küçük sırrımı. Biz büyük bir gövdeye sığınırken unutmuştuk ağaçların dallarının da olduğunu. Bazen yıldızları izler bazen de gözlerimizi kapatıp doğanın çıkardığı sesi dinlerdik.
Ali ise gözlerini kırpmadan bizi izlediğini, çok sonradan itiraf etmişti.
"Asil, yani yedinci bölgenin yedi numarasının altıncısı. Ölmüş olabileceğini konuşuyor herkes." Deniz, konuşulanlara pek takılan bir insan değildi. Şüpheyle sorduğu sorunun ne alakası olduğumu bilmiyordum.
"Öyleyse kral çok yakında burayı yıkmak için gelecektir."
Yaklaşık birkaç gün önce öğrenmiştim her bölgenin koruyucu bir meleği olduğunu. Melek dediysem elbette ki gerçek melek değildi. Özel güçleri olan, seçilmiş insanlardı onlar. Her biri bir elementi kontrol edebilirlerdi.
Peki, bu insanlar nasıl mı çıkıyordu ortaya?
Sizlere "Şanslıysan, sana verilen numara kırk ikiden küçük olur." demiştim hatırlarsanız. Yurtlara yerleşen kırk küçük çocuk varken neden sonuncunun kırk bir numarasını aldığını merak etmediniz mi?
Bunun sebebi bölgenin numarasının insanlara verilmiyor olmasından kaynaklıydı. Eğer bölgenin sayısını alıyorsan, seçilmiş insansın demekti bu.
Asil ise yedinci bölgenin yedi sayısını alan altıncı kişiydi. Onun ölmesi demek seçilmişlerin seçilmişi olan 777'nin doğması demekti.
Onlar ölümsüzdü ve şu ana kadar sadece yedinci bölgenin ölümsüzü doğmamıştı. Daha o doğmadan güçlüydü bu bölge. Dolayısıyla kral, o doğmadan –bölge kendisi için bir tehdit olmadan- yok etmeliydi bu şehri.
"Eğer Asil hayatta değilse son ölümsüz doğru demektir. Sence bu mümkün mü?" Bana göre mümkündü bu, bölge Asil'in ölümünü saklayabiliyorsa elbette küçük bir çocuğun varlığını da saklayabilirdi.
"Bence mümkün değil bu, sonuçta hangi çocuğun ölümsüz olduğunu bilmiyorlar. Kralın da burada mutlaka bir casusu olduğuna göre çocuğun saklanması oldukça zor demektir." Haklıydı ama hesap edemediği bazı şeyler vardı.
"Şöyle düşün, Asil öldüğü an çocuk doğdu ise şu an kaç yaşında olduğunu bilen kişi sayısı sınırlıdır. Sekiz yaşına kadar güçleri ortaya çıkmadığına göre zor ama imkansız olmamış oluyor."
Düşüncelerimin üzerine Deniz'in sorduğu soru bende bomba etkisi yaratmıştı.
"Ve sen az önce ateş ile oynadın." Aslında ateş ile oynayan ben değildim. Ateş benimle oynuyordu ama bunu o an fark edememiştim.
"Ama gördüğün üzeri burası yedinci bölgenin yurdu değil ki onu da geçtim. Ben farklı bir şehirden geliyorum."
Bu sözlerin üzerine ölümsüzden de ateşten de konuşmayı bırakmıştık. Sırf inadına akşam yemeklerine nane koyan görevli sayesinde karnım gurulduyor ve geceleri aç acına uyumaya çalışıyordum. Deniz ise bu olay üzerine olay çıkarmış lakin başarısız olmuştu.
Guruldayan karnımı ses çıkarabildiği için kıskanırken herkesin meydanda toplanmasına neden olacak davul sesleri ile yerimizden fırlamıştık.
Neden meydanda toplandığımız hakkında elinde kağıt olan komutandan başka kimsenin bilgisi yok gibiydi. Tahmin etmesi zor değildi aslında, hele de Deniz ile konuştuklarımızdan dolayı daha da kolay olmuştu benim için.
Bizden birkaç basamak yüksekte olan komutan herkesin geldiğine kanaat vermiş olacaktı ki ellerini oynatmaya başlamıştı.
"Bir hafta sonra kral şehrimize geliyormuş. Kral burada bulunduğu süre boyunca güvenliğini biz sağlayacağız. On sekiz yaşından küçükler sınırda kalırken bizler üç gün sonra yola çıkacağız."
Yaptığı işaretler bile sertken adamın gözlerine bakma cesareti gösterememiştim. "Kral sınıra uğrayacak mı?" diye sormuştu buraya geldiğim yedi çocuktan birisi. Herkes alayla gülerken komutan "Kral zahmet edipte sınıra gelme şerefini göstermez, küçük."
Alaya alınan sorulan sorudan ziyade çocuğun kralı görmek istiyor olmasıymış meğerse. Meydandan ilk ayrılan kişinin Ali olduğunu da bir ben, bir de arkasından baktığına emin olduğum komutan fark etmişti.
Yaptığı her hareket göze batarken aklımda o soru dönüp duruyordu. Kimdi bu Ali?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizlik Bizim İçin Fısıldıyor
Science FictionHerkesin susmak zorunda kalıp sadece kralın sesini duyurduğu bu dünyada benim adım Bade'ydi, Sade değil ve asla bana bu ismi veren kişinin istediği gibi sade, sıradan bir hayat yaşamayacaktım.