14 - Özür Dile

46 13 0
                                    

İnsan bilmediklerinde korkardı değil mi? Peki ya bildikleri ve yeniden yaşayacakları?

Daha öncede yanmıştım ben. Yine de ufacık bir yanığı, tüm vücudumun tutuşması ile kıyaslayamıyordum. Önümde duran orman ona yaklaşmamam gerektiğini söylerken arkamda ki insanlar sınırdan geçmemi bekliyordu.

Kalbim normal hızla atmayı unutmuş, çoktan bağımsızlığını ilan etmek üzereydi. Tüm vücudum terliyor, ben tir tir titriyordum. Geri dönüş yoktu benim için. Deniz'in gözleri, Ali'nin öfkesi fısıldıyordu kulaklarıma.

"Hiçbir şey olmayacak. Sadece ilerle."

İstenileni vermek adına ilerledim. Ölüme gidiyor gibi buğulanmıştı gözlerim. Süzülen yaşlar ateşi söndürmeye yeter miydi? Gözlerimi kapatıp son adımı attığımda, yapabilseydim deli gibi çığlık atardım o gün.

Bitmişti, ben o sınırdan geçmiş ama sınırda benden geçmişti. Bütün enerjim çekilircesine düşmüştüm dizlerimin üstüne. Boğulmaktan son anda kurtulmuş gibi nefes alıyordum. Asil gelip önümde durmuş ve ayağa kaldırmaya çalışmıştı beni. Sessizlik ise uzun zaman sonra yetişmişti imdadıma.

"Atan sınırdan geçmeye izin verdi sanırsam." Ellerimi oynatan kişi ben değildim. Asil ise dehşete düşmüş bir şekilde kaçmaya çalışmıştı benden. Tıpkı adımın Sade olarak değiştirildiği günde ki kralın baktığı gibi bakıyordu bana. Ne görüyordu gözlerimde?

Göç eder gibi insanlar sınırdan geçiyor, pelerinlerinin şapkasını geçiriyorlardı kafalarına. Meydana gidiyorduk ama ben gitmiyordum. Uzun süredir bu hissi yaşamayan benim için zor gelmişti ele geçirilmek. Sessizlik yine ipleri eline almış, insanların arkasından ilerliyordu.

Dedim ya ben gitmiyordum, sessizlik beni götürüyordu gitmek istediği yere.

Bedenime sonsuz bir güç bahşedilmiş gibi yorulmak bilmeden yürümüştüm. Diğerleri ise bu an için yaşıyorlardı zaten. Yorgunluk onlara göre bahaneden başka bir şey sayılmazdı. Durmadan ilerlemeli ve gereken hesaplaşmayı yaşamalılardı.

Nihayet meydana geldiğimizde, gözlerim üç kişi arıyordu. Kral yeni yapıldığı belli olan yükseklikten halkına sesleniyor, beş çevirmen ellerini oynatıyordu halka. Ne tuhaftı değil mi? Kral küfür etse bile kimse anlamazdı. Çevirmenler sadece bir gün önce onlara verilen kağıdı ezberleyip onu aktarıyordu insanlara.

"Sizlere geleceğin kralını takdim etmekten onur duyarım." Bu sözler taç törenine katıldığımızın göstergesi iken öne çıkan kişi kalbimi emanet ettiğim insandan başkası değildi. "Ben sizin gelecekte ki kralınız olacağım." Bunları elleri ile değil, sesli dile getirmişti o gün.

Ne kadar hayal etmiştim onun sesini. Artık duyuyor ama mutlu olamıyordum.

Komutan elinde bir yastık, yastığın üzerinde taç ile belirivermişti. Ayak seslerini bile tanıdığım adam, zorla sahnedeydi. Deniz ve Ali ile tehdit edildiğini düşünmüş, daha da sinirlenmiştim. Kralın ona bakarak zafer ile gülümsemesi ise cabasıydı.

Tacı eline aldı. Gururla baktığı oğlu, oğlunun ise ona kızgınlıkla bakıyor oluşu...

Sahi bu kral neye göre seçiyordu gelecek kralını? Hangi oğlunun ses tellerini bozması gerektiğini nereden biliyordu? Hiçbiri farkında değil miydi gerçekten?

"Özür dile!" Halkın arasından çıkan bir ses herkesi şaşkında çevirmişti. Halktan biri konuşma yeteneğine sahip miydi gerçekten?

"Bizden aldığın sesimiz için özür dileyin." Başka bir ses daha duyuldu o an. Kral ne olduğunu anlayamamış, tuttuğu taç elinde kalmıştı. Konuşabilen herkes "Özür dile." diye bağırırken birazdan burasının karışacağını anlamak zor değildi.

Ben ise ona bakıyordum sadece. Ne olduğunu çözmeye çalışırken ki ifadesi, benim sınırdan geçerken ki dehşetimi andırıyordu bana. Komutan ise biliyordu, bir an bile şaşırmamasının sebebi sadece bu olabilirdi.

Elinde ki yastık yere düşerken gözlerinin beni bulduğunu anladım. Krallığını ilan edemeyen prens ise önce komutana sonra onun odaklandığı kişiye, yani bana bakmıştı. Gözlerimiz kesiştiği anda gülümsemiştim yavaşça.

Halk ne tepki vereceğini şaşırmışken onlar adına benim gözlerim doluyor, ıslak ıslak bakıyordum prense. Benim ise konuşanlara tepki vermemem, onun beyninde şimşeklerin çakmasına yol açmıştı. Hiç unutmuyorum o an içimden geçirdiğim cümleyi.

"Sırtından vurulması nasıl bir hismiş?"

Artık halk kralın üstüne yürüyor ve bir açıklama bekliyordu. Ya da beklemiyorlardı, orası ile sonradan ilgilenecektim. Önce kurtarmam gerekenler vardı.

Hızla ağaçlar arasına girip gözden kaybolmam ile prensin nereye gittiğime dair tahminler yapması çok uzun sürmemişti. Halkın arasından çıkıp hızla ilerlediğinde onu takip ettiğimden habersizdi. Kardeşlerimin yerini bildiğimi düşünmesi gerekiyordu bana istediğimi verebilmesi için. Sonuçta ben saklandığım yerden kardeşlerim için çıkmıştım.

Yerlerini biliyor olsaydım, ilk meydana mı giderdim? Elbette ki hayır.

Gerek konuşabilen insanların olduğunu duyması gerekse benim bir anda ortaya çıkmam onda şok etkisi yaratmış ve mantıklı düşünememişti. O bana istediğimi verirken ben başlamak üzere olan zaferimi kutluyordum.

Göl'e gidiyor oluşumuzun verdiği bir durgunluk vardı üzerimde ama umursamadım. Kardeşlerimi oraya saklarken ne amaçlıyordu bilmiyorum ama göl bile etrafında olanlara dayanamayıp kurumuştu. Kalan boşluğa konmuş bir kafes ve içerisinde aradıklarım kalmıştı geriye.

Ali ise prensi görmesi ile oturduğu yerden fırlamış ve demirlere tutunmuştu. Gözlerinde gördüğüm yakıcı öfke, prensin ona doğru düzgün bakamaması beni olduğum yerde durmaya itmişti. Belki de biraz burada oyalanmalı ve Ali'nin birinci bölge ile olan bağlantısı hakkında bilgi almalıydım.

Tabi onları oradan çıkarmam için bir plan yapmalıydım. Sessizlik bana yardım ederdi değil mi?

Sessizlik? 

Sessizlik Bizim İçin FısıldıyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin