İnsanın daha önce hiç yaşamadığı bir olay karşısında ki savunmasızlığını bilir misiniz? Daha sabah gördüğüm kabusun etkisindeyken şimdi, tamamen ayık olarak bir düşün içerisindeydim sanki.
Kadının biri cümleleri ahenkle sıralıyor ve güzel sesiyle aktarıyordu bizlere. Gözlerimden yaşların süzülmesi söylenenleri anlamamamdan değil, daha önce böylesine bir duyguyu yaşamamdan kaynaklıydı.
Öteki yandan dün rüyamda Deniz'i görmüştüm. O da ağlıyordu, hem ağlıyor hem de "Lütfen beni kurtar." diyordu elleri ile. "Bu güzel sesi onunda duyması için, şu an burada olması için nelerimi vermezdim." demiştim içimden.
Neyimi veriyordum, ne kadar çaba sarf ediyordum?
Bacağıma yediğim darbe ile az daha yere düşüyordum. Anlaşılan Eylül, duyduğum sesin şaşkınlığında kalmamdan sıkılmıştı. Evet, yine Eylül ile savunma derslerine çalışıyordum ve yine evet, onu hala yenememiştim.
Buraya geleli bir ay olmuştu ve ben burada olmama rağmen araftaydım. Ne yedinci bölgeyi düşünmeyi bırakıyordum ne de geri dönmek için bir çaba sarf ediyordum.
O günler kendimi bencil ve kıymet bilmez biri gibi görmeye başlamıştım. Deniz, Ali ve komutan üçlüsü için büyük bir mahcubiyet duyuyordum. Yine de iyi olduğum bir konu bulmuştum, dolayısıyla mutluydum.
Sudoku oynamayı sever misiniz? Hadi şimdi orada ki kareleri düşünün. Bir de o karelerin kenarlarının üzerinde olduğunuzu.
Tuğlalardan yapılan içi boş dokuz kare üzerinde duruyorduk. Her bir kenarı üç tuğladan oluşan bu karelere yanlış bastığın zaman bulunduğun tuğla yere düşüyor ve yeniliyordun. Bu denge oyununun tek bir kuralı vardı.
Yere düşme, düşür.
Bense denge konusunda oldukça iyiydim. Hatta Eylül bile, bu konuda zar zor yeniyordu beni. Artık Asil'e göre umutsuz vaka değil, savaşmayı öğrenen biriydim. En azından, burada olduğum süre boyunca savaşmayı öğrenebilir ve hem kendimi hem de sevdiklerimi koruyabilirdim.
Bu konuda beni kamçılayan krala, buradan da teşekkürlerimi iletiyorum. Hayatımın en önemli dersleri olduğunu şimdi bile görebiliyor ve Eylül'e beni bırakmadığı için minnet duyuyorum.
Kaç dakika geçmişti bilmiyorum ama yenilmiştim. Olsundu, onu zorlamak bile bir gurur sebebiydi benim için. Sonuçta koskoca Asil'in sağ koluydu kendisi, burada onun bileğini bükeni bulmak bile zordu.
Gelgelelim Asil'e, geçenlerde beni yanlışlıkla (!) yakmaya çalışmıştı. Artık benimle ilgili düşüncelerinde, sadece soru işaretleri ile kalmak istemiyordu. Gerçeği arıyor ve gerçeğin ucundan tutmak için elinden geleni yapıyordu.
Sessizlik ise yok gibiydi artık. Anlamıştım da nedenini bu yokluğunun. Bende ki varlığını gizlemeye çalışıyor ve başarılı oluyordu. Eğer benimle konuşmasaydı, ben bile gerçekliğinden şüphe edebilirdim.
"İyiye gidiyorsun." Eylül'ün konuşması beni kendime getirmişti o gün. Yoksa düştüğüm yerde, düşüncelerimle öylece durmaya devam edecektim. Yine ellerini oynatmamıştı ama ben ne demek istediğini anlamıştım. Artık az çok anlıyordum söylenenleri.
Mutlu olmak için bir sebep daha...
Daha önce kralı duyarak girdiğim odadan ses çıkmıyordu artık. Beni durdurmak için bütün kapıları kilitlemeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Burada ki her şeyin belli bir düzende olması ise bayağı işime yarıyordu. Eylül dersi bitirir bitirmez girdiğim odada bir yere saklanıyor ve oraya gelip televizyonu açmalarını bekliyordum.
Yine yorgunlukla odama doğru adımlarken, görevlilerin benim yukarı çıktığımı görüp köşeyi dönmeleri ile hızla televizyonun olduğu odaya girdim. Yaklaşık üç gündür keşfettiğim bu oda, yedinci bölgeden haber almamı sağlayan tek araçtı.
Nihayet gelip kartlarını okuttular. Televizyonun açılması ile Deniz'i görmem bir olmuştu. Bekle, Ali neden kralın önünde duruyordu?
Odanın kapısının hızla açılması, üç günlük keşfimin bittiğine işaretken bunu önemsememiştim bile. Muhtemelen kameralardan yakalanmıştım. "Çık dışarı Bade." Eylül'ün sert çıkan sesi, beni zerre etkilemedi. O söylemese de yerimden ayrılıp televizyona yaklaşacaktım zaten.
Tıpkı transa girmiş gibi parmaklarımla Deniz'in yüzüne dokunmuştum o gün. Kimse anlamazdı, Ali bile anlamazdı o bakışların sebebini. "Her neredeysen, gelme." diyordu bana. Kral ise emindi, onu izlediğimden ve Deniz'i görünce saklandığım delikten çıkacağımdan emindi.
"Daha fazla bekleyemem." ellerimden çok gözlerimle konuşmuştum o gün, Asil'e bakıp. Bende ne gördü bilmiyorum ama kafa sallamakla yetinmişti.
Öte yandan ise kral sınırı geçememiş olacaktı ki bas bas bağırıyordu kuyruk acısı ile. "Yarın, emirleri yerine getirmeyen herkesin hesap verme günü olacak."
Eylül'ün bütün itirazlarına rağmen hazırlıklar başlandı. Asil'in halkına ihanet etmeyeceğini anlamak beni bir nebze olsa rahatlatırken bir yandan da buna mecbur olduğu için yaptığını biliyordum. Artık beni burada kimse tutamazdı ve kendisi de bunun farkındaydı.
Kontrolü sağlamak için beni yakınında tutmalı ve ne yaptığımı görmeliydi.
Atasını bekliyordu değil mi? O istemedikçe kimse sınırdan geçemezdi. Asil ise kendisinden kimseyi riske atacak bir insan değildi. Bu yüzden önce ben geçecektim o sınırdan. Eğer geçemezsem geri döneceklerinden adım kadar emindim.
Ne olursa olsun sessizlik bana yardım etmeli ve o sınırdan geçmeliydim. Daha önce de söylediğim gibi, daha fazla bekleyemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizlik Bizim İçin Fısıldıyor
Science FictionHerkesin susmak zorunda kalıp sadece kralın sesini duyurduğu bu dünyada benim adım Bade'ydi, Sade değil ve asla bana bu ismi veren kişinin istediği gibi sade, sıradan bir hayat yaşamayacaktım.