1 - Sınır

425 58 11
                                    


Yalan yanlış bilgilerden ibaretti dünyanın geçmişi. Kimisi, inşa edilen büyük bir vahşetin sonucunda insanlığın bu cezayı aldığını düşünürken kimisi, insanların dünyayı yok etme çabasının sonucu olarak görüyordu bu sessizliği.

Artık sessizlik, insana mahsus olarak biliniyordu. Hayvanların, rüzgarın hatta eşyaların bile bir sesi varken kral hariç hiçbir insan konuşamıyordu.

Annemin atamadığı çığlıklar kulaklarımda çınlarken, kafama geçirilen bez parçası ile hem kör hem sağır kalmış, bindirdikleri araçta sallana sallana gidiyordum.

"Ne kadar kötü olabilir ki?" diye düşünmüştüm o gün. Uzun süren yoldan, olmayan ışığa direnemeyişimle girdiğim uyku mahmurluğundan sonra görmüştüm yaşayacağım şehri.

Geldiğim yerden sonra yedinci bölge benim için kelimenin tam anlamıyla hayal kırıklığıydı. Tanrı bu bölgeyi unutmuş olmalıydı, en azından ben böyle geçirmiştim içimden. Tanrının değil de kralın bilerek bu şehri böylece bırakmış olduğunu çok sonradan öğrendim.

Bütün bölgelerin nefretini kazanmış olan bu şehre çok nadiren çocuk gönderilirmiş. Karma adı verilen sistemin bu bölgeye uğramayışı beni çok kıskandırmıştı.

Neden, neden bu bölgede doğmamıştım ki?

Eğer bu bölgede doğmuş olsaydım, her zaman ailemin yanında kalırdım. Sekiz yaşıma kadar eve hapsolmak yerine doyasıya koşar oynardım sokaklarda.

Bizim burada ki çocuklardan ne eksiğimiz vardı?

Beni ailemden çekip alan, annemin olmayan sevgisinden mahrum bırakan bu şehirden, gelir gelmez nefret etmiştim.

Binaların tuğla yerine taştan olması bile ilgimi çekmiyordu. Ne zaman ki şehrin ortasında kocaman bir su kuyusu gördüm -hele de insanların başlarında bekleyip gerçekten kuyudan su çekiyor olduklarını fark ettim- o zaman kaşlarım çatılmıştı.

Bindiğimiz arabaya bile tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Araba yok, musluk yok, belli ki elektrikte yoktu.

Şehrin merkezinden geçip sınıra doğru gittiğimizi anladık, arabada ki altı çocukla beraber. Ne kadar da komikti değil mi? Yedinci bölgeye bile yedi çocukla gidiyorduk.

Oysaki bizim kırk çocukla beraber normal bir bölgeye, o bölgenin de yurduna gidiyor olmamız lazımdı.

Karma adı verilen sistem, çocukların sekiz yaşında ailelerinden alınıp yaşadığı bölge harici bir bölgeye atanmasına deniyordu. Gittikleri bölgede kırk kişilik kapasitesi olan yurtlar vardı. Şanslıysan, sana verilen numara kırk ikiden küçük olur ve o yurtlarda kalırdın. Şanslı değilsen makina sana numara vermez ve sen, bölgenin sınırında hayat sürdürmeye çalışırdın.

Biz yedi kişi ise dünyanın en şanssız çocuklarıydık. Yedinci bölgenin farklı olduğunu, yeni gelen çocukların sınıra atandığını sonradan öğrenmiştik.

Artık yine sınırlarımız vardı. Bu kez manzaram koskoca bir bina değil, uçsuz bucaksız gibi görünen bir ormandı.

Boyumu çok çok aşan duvarların içerisinden geçtiğimizde araba durmuştu. Hareketsiz kalan bedenim karıncalanıyor, beni kıpırdanmam için zorluyordu lakin yine bir engele takılmıştım. Arabadan inerken dosyalarımız uzatılıyor, nereden geldiğimizi kontrol ediyorlardı.

Sanki çok bir önemi vardı nereden geldiğimizin.

"Deniz, birinci bölgeden geliyor. Seni talihsiz çocuk..." Elbette ki talihsizdi, kralın yaşadı topraklardan bilerek unuttuğu toprağa göç etmişti. Burada ki herkes ise kralın yaşadığı bölgeden bir çocuğun, buraya gelmiş olmasının şaşkınlığı içerisindeydi.

Bense o çocuk aklımla kızın adını sorguluyordum. Hangi aklı başında bir insan, gözlerini yeşillerden alan bir çocuğa Deniz ismini koyar diye.

Nihayet arabadan indiğimde oldukça dikkat çeken bir olay gerçekleşti. Bir başkası için kesinlikle olmasa da benim için dikkat çekiciydi.

"Ali, üçüncü bölge." dedi görevli adam. Oysaki gözlerim kapatılmadan önce her çocuğun yüzüne bakmaya çalışmış ve başarılı olmuştum. Eğer bu çocuk benim bölgemden geliyor olsaydı mutlaka görürdüm onu.

"Geç gelen sen misin?" Sorunun cevabına evet demişti Ali. Fark etmemiştim ki Deniz'in de kaşları benim ki gibi, olabildiğince çatılmıştı. Evet, gözlerim kapalıydı ama hissedebiliyordum. Ben araca biner binmez hareket almıştık.

Nereden geldiğini bilmediğim bu çocuğa dair ortada koskocaman bir yalan vardı. Benim içinse çözülmesi gereken yeni bir bulmaca.

Nihayet bize verilen boş odaya geçmiştik. Her aileye verilen tek çocuk doğurma hakkı sayesinde herkes odasında tek başına kalırken şimdi bizden yedi kişi ile aynı odada kalmamız isteniyordu.

Hayatın adil olmadığı bir konu daha...

El çırpma sesi ile hepimiz bize verilen yataklardan kafamızı kaldırıp, ellerin sahibine bakmıştık. "Açsınızdır, gelin ve yemek yiyin." En azından bunu düşünmüşlerdi, mutlu olmak için bir sebepti bu.

Çıktığımız merdivenlerden aynı hızla aşağıya inip yemekhaneye geldiğimizde, mutlu olmak için bulduğum sebebin yok olduğunu anlamıştım. Her yer nane kokarken, değil yemek yemek burada kalamazdım bile.

"Aç değilim." Bizi buraya getiren kadın söylediklerimi, yemeği beğenmememe yormuştu. Alaylı gülüşü ile "Dikkat et, bu gidişle çok aç kalırsın." dedi. Böyle bir insana cevap vermeyi kendime hakaret saydım ve terk ettim yemekhaneyi.

Kokusu bile beni kaşındırmaya yetmiş, ayaklarımı banyoya yöneltmişti. Enseme çarptığım sular eni ferahlatmaya yetmemişti.

Uzunca bir süre pencereden dışarıyı izledim. Görüşüm bulanıklaşıyor, "En azından manzaram güzel." diye avutuyordum kendimi. Yine de gözümde peyda olan yaşların akmasına engel olamadım.

Manzara güzel olsa ne olacaktı ki, ben gündüzleri pineklediğim koltuğumu özlüyordum.

Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama karnı doyan gelmiş ve uyumak için hazırlanmıştı. Guruldayan midemi umursamadan ben de geçtim yatağa. Her zaman ki yaptığım gibi, küçük bir kelebek olmayı dileyerek kapattım gözlerimi.

Yarın yeni bir gün, yeni bir hayata uyanacaktım.

Uyuyamadım.

Bilmiyordum ki o gün, benim haricimde uyumayan iki kişi daha vardı. Birisi gözlerinde ormanı barındıran Deniz, diğeri ise yalanıyla yeni bir gizem oluşturan Aliydi.

Sessizlik Bizim İçin FısıldıyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin