Hanın sahibinin yanından elimde kalan akçe dolu bohçayla dönüyordum. Tüm ısrarlarıma rağmen ödememi kabul etmemiş, durmakta kararlı olduğumu görünce de beni odasından kovmuştu.
Sessiz adımlarla dakikalar önce çıktığım odaya girdim. Gözlerim ilk olarak gece yatarken nasılsa hala aynı şekilde uyuklayan askeri buldu.
Sabah yüzüme vuran güneş ışıkları yüzünden uyandıktan sonra bir süre onu izlemiştim. Gece olduğundan daha rahatlamış gözükmüştü gözüme, fakat arada sırada rahatsızca kırpıştırdığı kirpikleri bana aksini söylüyordu.
İçimde oluşan tuhaf bir hisle üzgünce izlemiştim sadece. Ardından hazırlanıp odadan çıkmıştım. Sesime uyanmamış olmasını ümit ediyordum.
Yavaş adımlarla yatağın hemen yanındaki masaya ilerledim. Yüzü git gide yaklaşırken dikkatimi dağıtmasın diye bakmamaya çalıştım. Nefes bile almam zorlaşmıştı çünkü onun bir asker olduğunun bilincindeydim. Şu ana kadar sesime uyanmamış olması bir mucizeydi. Emin olabilmek adına, gözlerimi hemen çekeceğime dair kendime söz verdikten sonra ona baktım. Uyanıp uyanmadığını kontrol edebilmek için, tabii.
Uyurken de güzeldi.
Gözlerim özellikle yanık tenindeki küçük noktalarda gezindi. Özenle serpiştirilmiş gibiydiler. Yandan vuran güneş onları açığa çıkarmıştı. Uzun kirpiklerinin gölgesi düşmüştü yanaklarına. Dudaklarını sıkıca birbirine bastırmış olması tuhaf duruyordu. Uykuda bile tetikte gibiydi. Asker olmanın getirilerinden biriydi muhtemelen.
Ona nefes bile almadan bakıyordum. Sakalları hafif hafif çıkmaya başlamıştı. Ellerimin karıncalandığını hissettiğimde elimdeki bohçaya daha da sıkı tutundum.
Kafamı yana çevirdim. Fazla bakarsam uyanmasından endişeleniyordum. Adımlarımın yatağa yaklaştığını bile yeni idrak etmiştim. Bir de dokunsaydım tam olacaktı!
Homurdanarak yataktan uzaklaştım. Masanın önünde durdum. Hanın sahibinin iyilik olsun diye parayı kabul etmeyecek hali yoktu. Bu asker benim yerime de ödeme yapmıştı. Uyandırıp minnetimi sunmak isterdim fakat bu erken saatte rahatsızlık vermek istemiyordum.
Elimdeki bohçayı masanın üzerine bıraktım ve hızlıca handan ayrıldım. Akşam olduğunun aksine avluda pek kimse yoktu. Bu sebeple kapının hemen önünde benim için bekleyen aracı görmem kolay oldu.
Sakıh Bey'in bohçasını özenle koltuğa yerleştirdikten sonra ben de oturdum. Arabanın sallanarak gitmesi zaten var olan uykumu iyice getirdiğinde direnmeden kafamı cama yasladım ve gözlerimi kapattım.
Uyandığımda güneş tepeye yaklaşmıştı. Bir süre daha dışarıyı izledikten sonra aracın bildiğim yollara girmesiyle çiftliğe varmıştık. Dünkü çocuk hemen beni kapıda karşılamış minnetini sunarak elimdeki bohçayı beyine teslim etmek için almıştı. Ben de seri adımlarla tavlada olduğunu düşündüğüm Hasan'ın yanına ilerledim. Öğlen olduğundan atların bir kısmını gezdirmiş olmalıydı. Geri kalanı için ona yardım etmeliydim.
Tavlanın tahta kapısını açarken kafamı yavaşça içeri uzattım. Gözlerimi tek tek hepsinde gezdirdim. Odaların çoğu boştu. Hasan hepsini nasıl gezmeye çıkarmış olabilirdi ki?
Gözlerim bir köşede sessizce duran Melsa'ya çarptığında ayaklarıma engel olamadım, benden habersiz harekete geçmişlerdi bile. İçimi hafif bir ürperti sardı. Her onu gördüğümde böyle mi olacaktım? Büyük bir özlem, büyük bir sevgi içime taş gibi oturacak mıydı?
Tam önünde durduğumda Melsa'nın beni göremeyeceğini düşünüyordum, arkası dönük olduğundan. Fakat hafif titremesi varlığımdan haberdar olduğunu gösteriyordu. Bir şey demeden sessizce onu izledim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSASE
Romance(Yetişkin içerik) 1800'lerin tehlikeli sokaklarında bir başına yaşayan, uyum sağlayabilmek adına benliğini değiştirmiş genç bir kızın; dönemin en meşhur çiftliklerinden birinde işe alınması kaderin ördüğü ağlara geri dönüşü olmayan bir darbe bırakmı...