Annelik içgüdüsü, aklımın katiyen almadığı bir şeydi.
Tüm kadınlarda var mıydı? Küçükkende mi içimizdeydi yoksa büyüdükçe, dünyadaki kötülüklere tanık olunca mı istiyorduk evlatlarımızı korumak? Sadece kendi çocuklarımız için mi geçerliydi?
Sokaklarda gördüğüm yavru kedileri hatırlıyordum. Açtılar, pistiler ve güçsüzlükten pek de sesleri çıkmazdı. Onları her gördüğümde kalbime bir sancı girerdi. Elimdeki bir parça ekmeği veyahut cebimdeki bir gıdım parayı bazen tamamen onlar için harcardım.
Onlarla hem sokaklarımı hem de yemeklerimi paylaşırdım.
O küçük yaşımda, küçücük kedilere karşı göğsümde yeşeren bu duygunun; doğuracak yaşa gelmiş bir insanda, kendi yavrusuna karşı kat be kat daha fazla olması gerekmez miydi?
Benim annem de yoktu.
Benim annemin ne 7 yaşındaki ben kadar merhameti, ne de aklı bile olmayan bir kedi kadar içgüdüsü vardı.
Onu tanımıyordum, görmemiştim ve hayatım boyunca da görmeyecektim. Ne beni korumuştu, ne bana sahip çıkmıştı, ne de benim yaralarımı sarmıştı.
Sokaklarda bir başıma kendime yetmeye çalışmıştım. Kendimi bildim bileli soğuk topraklarla, kirli kıyafetlerle, bencil insanlarla iç içeydim. Tek tük rastladığım benim gibi sahipsiz insanlar ise ya bir sonraki güne benim kadar şanslı uyanamıyor ya da hiç uyanmıyorlardı.
Sadece bir kere yalnız olmamak istemiştim. Bulunduğum sokakta, belki de benim bir iki adım yanımda, bana sığınan küçük bir kız çocuğuyla arkadaş olmuştum. İkimizin üstündede pis, eski, ince kıyafetler vardı. Fakat en çok birbirine benzeyen yanımız yaşadıklarımızdı.
Gözlerindeki korkudan bile anlamıştım o bana baktığında. Yanıma yaklaşırken beni onunla aynı yaşlarda bir kız çocuğu olarak hayal etmişti, hızlı adımlarını görmüştüm. Umutla parlayan küçük yüzünü.
Oğlan olduğumu fark ettiğinde yüzünün aldığı şekli hala hatırlıyordum.
Adımları durmuştu, heyecanla renk gelmeye başlamış olan yüzü solmuştu. Benim onu izlediğimi bilmesine rağmen gözlerini kaçırmış, dudaklarını kıpırdatarak geri geri adımlamaya başlamıştı. O zaman düşünememiştim fakat şimdi ağzından çıkan kelimelerin küçük bir dua olduğunu daha iyi anlıyordum.
Kaçmasına izin verememiştim. Sadece gözlerinden bile tanıyabildiğim birinin hemen gitmesine izin veremezdim, hele ki tekrar aynı şeyleri yaşayabileceği aklıma sinsice sızarken.
Küçük bir gülümseme, paylaşılan sıcak bir ekmeğin onu ikna etmesi beni hem hüzünlendirmişti hem de sevindirmişti.
İsminin Tamay olduğunu öğrenmiştim. Dolunay demekmiş.
Gece olana kadar sohbet etmiştik. O da benim gibiydi. Nereden geldiğini, nasıl bu sokaklara düştüğünü bilmediği gibi nasıl devam edeceğini de bilmiyordu.
Yaşadıklarını anlatması için onu sıkıştırmamıştım. Kendi istediği gibi saatlerce yüzüne yapışmış bir gülümsemeyle, sokakta yaşadığı tek tük güzel anılarını anlatmıştı. Sohbet edebilecek birini bulabilmek beni mutlu ettiği kadar onu da mutlu etmişti.
O gece beraber uyumuştuk. İlk defa o gece yanımdaki bedenin sıcaklığından faydalandığımdan sıcacık bir bedenle ve ruhla uyumuştum.
O gece onu gördüğüm son gün olmuştu.
Sanki her şey bir hayalden ibaret gibiydi sabah uyandığımda. Altımıza serdiğimiz küçük battaniyede hala vücudunun ısısını hissedebiliyor olmam çıldırmamak için tutunabileceğim tek şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSASE
Roman d'amour(Yetişkin içerik) 1800'lerin tehlikeli sokaklarında bir başına yaşayan, uyum sağlayabilmek adına benliğini değiştirmiş genç bir kızın; dönemin en meşhur çiftliklerinden birinde işe alınması kaderin ördüğü ağlara geri dönüşü olmayan bir darbe bırakmı...