Merdivenden aşağı inerken yarım saat öncesinin aksine etraf oldukça sessizdi. Oturma odası tamamen boştu ve mutfağın kapısı kapalı olduğundan içeriye pek ses gelmiyordu. Yankılanan adım seslerim eşliğinde son basamağı da indim.
İlk olarak ahıra gidecektim. Hasan denilen şahısla tanışmam mühimdi. Bir an evvel öğrenmek ve yarın sorunsuz bir şekilde işe başlamak istiyordum.
Dışarı çıktığımda gözlerim hemen önümdeki tarlada gezindi. Takdir etmiştim çalışkanlıklarını. Kimse işini bırakmıyor, biraz dinleneyim deyip kendini odasına kapatmıyordu. Çoğu büyük ihtimal akşama doğru işleri bitince eve adım atacaktı.
Evin yanındaki, ahıra giden taş yoldan devam ettim. Ahıra yaklaştıkça yan yana dizilmiş atları daha iyi görüyordum. Bazısı olduğu yerde sessizce dışarıyı izliyor, bazısı kafasını aşağı eğmiş önüne bırakılan samanları yiyordu. Gözlerim parlak tüylerinde, iri vücutlarında gezinirken Hasan denilen şahsın işinde usta olduğu fikrine kapılmamak elimde değildi. Titizlikle bakıldıkları apaçık ortadaydı.
Yolun sonunda ahırın hafif aralık tahta kapısıyla karşı karşıyaydım. Derin bir nefes vererek sakinleşmeye çalıştım. Ellerim kapıyı ittiğinde çekinerek başımı içeri uzattım. Ahırın iki yanında da yan yana dizilmiş atları barındıran odalar vardı. Önüne çekilen tahta bariyer onların çıkmasını önlüyordu. Hepsi arkasını döndüğünden sadece sallanan kuyruklarını görebiliyordum.
Köşede sırtını duvara yaslamış, bir dizini kırarak uyuyan genç gözüme çarpınca kaşlarımı çattım. İçeri girmeli miydim, uyandırırsam kızar mıydı? Hasan denilen şahsın o olduğu belliydi. Ve bugün bana öğretecek çok şeyi vardı.
Kararsızca içeri adımımı atıp kapıyı ardımdan kapattım. İçeride yoğun bir koku vardı. Biraz saman, biraz at pisliği kokuyordu açıkçası. Hasan'ın yanına ilerlerken yanından geçtiğim odaların içine bakmayı ihmal etmiyordum. Her odada belirli miktarda su ve saman bulunuyordu. Zemine de rahat olmalarını sağlamak amacıyla olduğunu düşündüğüm talaş serpilmişti.
İki odayı ayıran duvara yaslanmış Hasan'ın yanına vardığımda ne yapacağımı bilemeden bekledim. Altına bol bir pantolon giymiş, üstünde de asıl renginin beyaz olduğunu düşündüğüm ama sarı renge dönmüş, kısa kollu bir penye vardı. Dağılmış kahverengi saçları daha önce erkeklerde görmediğim bir uzunluğa sahipti. Alnına dökülmüş saçları, her nefes verişinde hafifçe oynuyordu. Yüzüne baktığımda benimle yaşıt olabileceğini bile düşündüm. Oldukça genç gösteriyordu. Uzun ve zayıf bedenine bakarken dudaklarımı büktüm.
Pek rahat bir uyku çekiyormuş gibi görünmüyordu. Belki de bu onu birazdan uyandıracağım için öyle olmasını umuyordum, bilmiyorum.
Hafifçe öksürdüm. Hiçbir değişiklik olmayınca biraz daha yaklaşıp sesli bir şekilde yine öksürdüm. Tek fark, sanki sesimden duyduğu rahatsızlığı bastırmak istiyormuş gibi horlamaya başlaması olmuştu.
Oflayarak yanına çömeldim. Tek elimle ne kadar çekinsem de omzunu dürtmeye başladım. Ardı kesilmeyen dürtmelerim onun hızlıca gözlerini açmasına sebep olduğunda elimi çektim.
Yavaşça açılan gözleri, uyku mahmurluğuyla ahırda gezindi. Kafasını kaşıyarak oturuşunu düzeltti. Bir yandan da homurdanıyordu. "Tezek mi yedim ulan fark etmeden? Bu koku ne?"
Ağzımdan kaçan kıkırdamayla gözleri hızlıca bana döndü. Varlığımı yeni fark ettiği için büyüyen gözleriyle, güldüğümden dolayı kısılan gözlerime baktı. O yüzümü incelerken ben de söylediği sözlere gülmeyi durdurmuş, hafif bir tebessümle ona bakıyordum. Şaşkınlığı hala devam ederken ağzımı açacaktım ki sözümü kesti,

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSASE
Romansa(Yetişkin içerik) 1800'lerin tehlikeli sokaklarında bir başına yaşayan, uyum sağlayabilmek adına benliğini değiştirmiş genç bir kızın; dönemin en meşhur çiftliklerinden birinde işe alınması kaderin ördüğü ağlara geri dönüşü olmayan bir darbe bırakmı...