.... --- .--. .

52 10 50
                                    

Gökyüzüne kadar uzanan taştan duvarlar arasına sıkışıp kalmak ne kadar farklı hissettirecekse o kadar farklı hissettiriyor bana yeraltında kalmaktan. İnsan oturup öylece düşüncelerinden arınmak için içtiği çayın kokusuyla bile anılarına dönüp nasıl acısını çekmeye devam edebiliyor, işte bu soru cevapsız sorularımın en başında yer alıyor bu soru.

Nasıl?

Gecenin karanlığının verdiği huzuru, o soğuk esintinin vücudu okşayan nezaketi, tüm gece bakıştığım milyonlarca yıldızın verdiği o akıl almaz sevgi... Erwin'in aptal yalanlarının bile aslında tek bir duyguya bağlı olduğu için bu kadar rahat söylenebildiğini öğrendim: Umut.

Yeraltında olmayan tek duygu: Umut.

Erwin'in gökyüzüyle beraber uyumla büyümüş gözleri her zaman anlam veremediğim bu duyguyu yansıtıyormuş meğer. Her gün sabahın köründe kalkması ne bir emirdi ona ne de bir alışkanlık. Sadece yapmak için kendine verdiği bir sözü oluyordu. Her sefer öncesi bana söylediği 'bu sefer onların kaynağını bulacağız' yalanıyla kendini ikna etmek için kullandığı 'kalbimi insanlığa adıyorum' yalanı arasında ne gibi bir fark vardı ki? İkisi de yalandı ve sadece tek bir amaca tapan ruhların ele geçirdiği bedenlerde bulunan Umut denilen yalancı duyguya bağlıydı.

Yalan yalan yalan...

Her gece yatağında yarı huzurlu uykusunda bile bu yalanla yaşayan adama her şeyinin yalandan ibaret olduğunu söylemek, her şeyin onun hatası olduğunu ve bir şeyi beceremediğini anlatmak acımasızcaydı. Yeraltının altın kurallarından olan acımasızlık damarlarıma işlemişken ona farklı davranamıyordum fakat ilginç bir şekilde bu davranışım yüzünden sadece ona karşı kendimi suçlu hissediyordum, diğerlerine değil.

Gözlerindeki o yalancı hissin verdiği parıltının usulca batan güneş gibi sönmesi içimi parçalıyordu. Ona her zaman destek olmak için içimde hissettiğim bu aptal duygu da gökyüzünün ele geçirdiği ruhuma verdiği yalancı histen mi kaynaklanıyordu?

Ondan ölesiye nefret ettikten sonra bir anda bağlanmamın bile net bir sebebini bulamamışken yalancı hissin peşine düşmek saçmalıktı lakin her şeyi akışına bırakmak da bir işe yaramıyordu gördüğüm kadarıyla.

Çayın ılık nefesi geceye karışırken hilal şekline bürünmüş ayın önünü kesmeye başladı. Göreceli bir şekilde koskoca ayın ışıltısından çekebiliyordu dikkatimi. Her ne kadar düşündüğüm her şeyin nesnel olduğunu varsaysam da aslında göreceli olabiliyordu. Bu keşifler benim için çocukça bir kamptan başka bir şey ifade etmese de Erwin için başarıya giden yolda yapılmaması ve yapılması gereken birçok şeyin yazılı olduğu kitabı koyarak oluşturduğu merdiven basamağıydı.

O pozitifti bense negatif.
O gündüzdü bense gece.
O umut dolu bense acımasız.

Gökyüzüne kadar uzanan bu taştan duvarları eski evinden farklı görmeyen bendim, en başından beri böyle bir gerçekliğin de olduğunun farkında olan bendim ama şimdi baktığımızda başkalarının moralini bozan da sadece ve sadece bendim.

Diğerlerini siktir et, ben Erwin'in moralini bozmanın acısını yaşıyordum. Zaten Erwin dışında kimsenin umrunda değil gibiydi bu olanlar. Sanki devler her seferinde bizi daha da içeri girmeye zorlamıyormuş ve tüm bu olanlar karşısında oturup beklemek en iyisi gibi davranıyorlardı. Erwin'in tabiriyle kimse kalbini adamıyordu.

-... .-. .. -.. --. .Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin