Yavaş yavaş kendime gelirken daha fazla uyumak istiyordum. Gözlerimi açıp uykumu kaçırma riskine bile girmeden tekrar uykuya dalmaya çalıştım. Yattığım yer o kadar rahattı ki...
"Şşt, sessiz ol." Fısıldayan ses yerimde hafifçe kıpırdanmama neden olmuştu. Fısıltıya, bastırılmaya çalışıldığı için fazla sesli olmayan bir kahkaha eşlik etti. Konuşan kişiydi yine.
"Misafirimiz uyanacak yoksa." diye devam etti gülmeye ara vermeden.
Bilincim, merakımın uykumdan fazla olmasına yetecek kadar açılmıştı bile. Sağ tarafa doğru kıvrılmış olduğumdan dolayı gözlerimi araladığımda ilk onu gördüm. Ormanda gördüğüm halinden daha farklıydı. Sert, avcı kimliğinden sıyrılmış, daha eğlenceli bir kişiliğe bürünmüştü. Yerde oturmuş, köpeğiyle oynuyordu. Hatta daha çok köpeği onunla uğraşıyor gibiydi. Gülmemeye çalışırken dudaklarını birbirine bastırmasına rağmen başarısızlıkla sonuçlanıyordu çabaları. Biraz ötesinde yakılmış olan ateş yüzüne yansırken neşeyle kısılan gri gözleri parlıyordu.
Ve o gözler beni buldu. Uyandığımı fark ettiğinde kaşlarını çatarak ayağa kalktı. "Sana sessiz olmamız gerektiğini söylemiştim." diye mırıldandı köpeğine.
Yerimde doğrulurken merakla etrafıma baktım. Bu kez kaşlarını çatma sırası bendeydi. Karşımdaki kişiye o kadar odaklanmıştım ki bir mağarada olduğumuzu fark etmemiştim bile. Oturduğum yatak dışında pek eşya yoktu. Bizden biraz uzakta, çıkışa yakın bir yerde ateş yakılmıştı. Alevlerinden yayılan ışık taştan duvarlarda dans ediyor, etrafı kızılımsı ve loş bir yer haline getiriyordu. Ardında ise tamamen karanlık kalana kadar daralarak uzamaya devam ediyordu mağara.
Kısa turundan sonra, beni izleyen gözlere geri döndü gözlerim. Bir şeyler söylemek için ağzımı açmamla kapamam bir oldu. Ne diyebilirdim? O da aynı şekilde, beni izliyor ve konuşmamı bekliyordu. "İyi misin?" diye sordu sonunda.
Başımı onaylarcasına sallarken bir kez daha kullandığı dilin farklılığına dikkat etmiştim. "Neredeyim?" dedim fısıldayarak. Bir süredir konuşmadığım için sesime güvenemiyordum. Kelimeyi doğru söylemiş olmayı umarak bakışlarımı kaçırdım. Ayaklarının dibinde oynayan, ilgi bekleyen köpeğe baktım. Çok güzeldi. Tüyleri sadece beyaz renginden oluşuyordu. Büyüktü, sahibinin yanında dost canlısı gözükse bile en ufak bir tehlikede saldırganlaşacağı, savaşçı bir köpeğe dönüşeceği belliydi.
"Watelion." dediğinde dikkatimi tekrar ona verdim. Ama hiçbir şey anlamamıştım. Watelion, tanıdık gelen bir kelimeydi sadece.
Bakışlarımdan anlamamış olduğumu anlamış olacak ki, "Watelion, bulunduğumuz yer?" diye açıklama gereği duydu. Ona ne sorduğumu o an hatırladım. Köpeği incelerken yine fazla odaklanmış olmalıydım.
Watelion ismi tanıdık gelse de yaşadığım yermiş gibi gelmiyordu. O halde neden buradaydım? Neden hiçbir şeyi hatırlamıyordum, en önemlisi kimdim?
Tek hatırladığım en son yaşadıklarımdı. Ormanda saatlerce gezinişim, kurtlar... Çıplak olduğumu hatırlayınca hemen üstüme baktım. Bana büyük gelen beyaz bir gömlek vardı üstümde. Rahatlayarak ne zaman tuttuğumu anlamadığım nefesimi bıraktım.
Avcıya baktığımda tekrar yerine dönüp oturmuş, beni izliyordu. Bir kez daha benim konuşmamı beklediği hissine kapıldım. "Peki, sen kimsin?" diye sordum bu kez. Kelimeler ağzımdan çıktığı anda yanlışlıkla kendi dilimde konuştuğumu fark ettim.
Kaşlarını çatıp "Hangi dil bu?" diye tekrarladı kendi kendine, önceden de sorduğu ama cevapsız bıraktığım sorusunu.
Durup düşündüm ama verecek bir cevabım yoktu. Yine onun kullandığı dile dönerek, "Bilmiyorum." dediğimde şaşırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elisya
AdventureGözlerimi sımsıkı kapatarak derin bir nefes aldım. Yapmak üzere olduğum şey benim için bile deliceydi. Sadece birkaç dakika sonra yüzyıllar öncesine gidebilecektim. Ve bu çok tehlikeliydi. Ama buna mecburdum. Başarmam gereken bir görevim vardı. Yanı...