Vücudumdan akan su, kırmızı renge bürünmüştü. Ellerimdeki kan neredeyse temizlenmek üzereydi ama henüz o hissiyatı üzerimden atamamış gibiydim. Suyu kapattıktan hemen sonra duştan çıkıp aynadaki yansımama bakmıştım. Yorgun hissediyordum ve her zamanki gibi uykusuzdum. Biraz sonra yapacaklarımı düşündüğümde derin bir nefes alarak banyodan çıktım. Benim için yeni bir şeyler başlayacaktı ve sonunun nasıl biteceğini biliyor olsam da sabırsız hissetmekten kendimi alamıyordum. Bir süredir bunun için bekliyordum ve daha fazla tahammül edemeyeceğimi de biliyordum.
Yavaş adımlarla, bankta oturan sarışın çocuğa yaklaştım. Çocuk siyah montunun şapkasını kafasına geçirmiş, kulaklıkları kulağında, sigarasını son nefesini alırcasına içine çekiyor, son nefesini verircesine üflüyordu.
Yanındaki banka bir amacım yokmuşçasına oturdum. Çocuk yanındaki hareketliliği fark etmişti ama kafasını döndürüp bana bakmaya tenezzül etmemişti. Yanında biri olduğunu fark etmemiş gibi yapıyordu.
Yavaş hareketlerle cebimdeki sigara paketini çıkartırken bir yandan da onu izliyordum. Sigaramı ateşlemek üzereyken sarışın çocuk ayağa kalktı, yavaş adımlarla arkasını dönerek birkaç adım ilerledi. Ağır ağır yürüyordu, vücudu hafif hafif sarsılıyordu. Görünen o ki ağlıyordu ve bu onun için pek normal bir durum değildi.
Duraksadı, sağına dönerek büyük akarsuya yaklaşmaya başladı. Küçük gözüküyor olsa da, oldukça derindi ve bir yerden sonra denize dökülüyordu. Üzerindeki montu yavaşça çıkardı, acele etmek istemiyor gibiydi, sakin ve yavaştı.
Montunu çıkardığında ince bir gömlekle kalmıştı. Rüzgar bedenine çarptıkça titriyordu. Hava oldukça soğuktu, saatin de buna etkisi vardı elbette.
Bu soğukta neden üstünü çıkarıyor olduğuna anlam verememiştim. Sabahın bu saatlerinde, kimsenin olmadığı bir akarsunun yanındaydı. İkimiz dışında burada kimse yoktu, yalnızca akan suyun sesini duyabiliyorduk. Çocuk, ellerini saçlarından geçirdikten sonra akarsuya doğru ilerlediğinde, ne yapmaya çalıştığını fark etmemle yanına fırlamış ve onu kollarından sıkıca yakalamıştım.
"Şhh, tuttum seni." Hıçkırıklara boğulmuştu. Kesik kesik, sesli nefesler alıyordu. Kollarımı sıkıca tutmuştu ve üzerimdeki kalın monta rağmen çocuğun tırnaklarını kollarımda hissedebiliyordum.
"Tutmamalıydın." Zar zor konuştuğunda, onu kendime çevirerek yüzünü kısaca inceledim. Gözleri ağlamaktan şişmişti ve kıpkırmızıydı, göz altlarındaki morluklar da muhtemelen uykusuzluktandı.
"Sakinleş, ağlama." Sadece yüzüne bakarak bile ne kadar kötü hissettiğini kestirebiliyordum. Bu tür insanlarla çok fazla karşılaşmıştım, bir şeyleri anlamak için hikayesini dinlememe gerek bile yoktu. Kaldı ki dinlemek de istemiyordum, onunla bu kadar yakın durmak bile rahatsız olmama sebep oluyordu.
Kısa bir süre çocuğun sakinleşmesi için onu sıkıca tutarak bekledim. Vücudunun biraz rahatladığını fark ettiğimde ise ağırlığını kendi üzerime alarak yürümesine yardımcı oldum. Arabaya yaklaştığımız zaman derin bir nefes alarak onu koltuğa yerleştirdim ve eve doğru sürmeye başladım.
Böyle tanışacağımızı hiç düşünmemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you can run, hyunlix
Fanfiction"Sana her şeyin toz pembe olmadığını söylemiştim, Hyunjin." tw | int!har, bağımlılık, rahatsız edici içerikler, smut bulunuyor. hyunlix, minsung cover art: gadoodlez_