Bileğimdeki metal parçada parmak ucumu gezdirirken bir yandan da onu düşünüyordum. Benim için ne ifade ediyordu, ne zamandır bunları ifade ediyordu, nasıl bu noktaya gelmişti? Ona yaklaşmak için aylarca fikir yürüttüğüm çocuğun bir dokunuşuna muhtaç kalacak hale nasıl gelmiştim ben?
Babasına ne olursa olsun ama ona pek zarar gelmesin, diyerek çözüm yolu arıyordum. Oysa ki ailemi alan yalnızca babası değildi, Felix'in ellerinden alınmıştı o hayatlar. Ailemin ve benim hayatımın büyük bir parçası.
Bunları düşünürken bile içim titrerken nasıl hala onun yanında Minho ve Jisung gibi hissettiğimi aklım almıyor. İradesiz olduğumu, temeli sağlam olmayan ve tek bir sarsıntıda çökecek olan bir yapıya benzeyen bünyemi kabullenemiyorum. Babasının kölesi olmuş, sevgisizliği asla kabullenemeyen ve sevilmeye ihtiyacı olan bu çocuğa karşı hislerimi kabullenebilmemin bir ihtimali var mı bilmiyorum. Düşünmekte, sadece ton farklı olan bu yapbozu birleştirmekte çok zorlanıyorum. Her biri, birbirinin aynısı, neyi nasıl ayırt edeceğini bilemiyor insan. Temeli, çerçeveyi bir şekilde oluşturmuş ama geri kalanı tamamlayamıyor. Her bir parçanın rengi uyuyor gibi ama şekli oturmuyor, bir pürüz çıkıyor ve doğru parça olmadığını fark ediyorsun. Her şey bir puzzle gibi ve ben puzzledan nefret ederim.
Felix'i hiç tanımasaydım, ona yaklaşmak için planlar kurmak yerine ondan uzakta yaşamaya devam etseydim nasıl olurdu? Ona hiç dokunmasaydım, yanımda ağlamasına, hayatındaki o dönüm noktalarını bana anlatmasına izin vermeseydim nasıl olurdu?
Sanırım bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim çünkü bunları düşünmek için bile geç kaldım. Tanıştık, birbirimize dokunduk ve birbirimizin içine işledik. Çekip gitmek eskisi kadar kolay değil, böyle bir ihtimal yok.
Birazdan evimden çıkacağım, onun evine gideceğim. Muhtemelen kapıyı açtığı gibi dudaklarıma uzanacak çünkü birkaç gündür meşgul olduğundan görüşemedik, beni özlemiş olmalı. Beni öperken bir eliyle ensemdeki saçlarımı karıştırıyor olacak, diğer eli de yanağımı okşar her zamanki gibi. Onu öperken gözlerimi açarsam hemen burnumun ucunda çillerini göreceğim, rastgeleden çok özenle yerleştirilmiş gibiler diye düşüneceğim. Kapısında harcadığımız birkaç dakikada bile ne kadar güzel olduğuna odaklanacağım. Bu duruma gelmişken nasıl ondan uzaklaşmak zorundayım ki?
Yine de en iyisi bu olacak, bizim birlikte olmamızın bir imkanı yok. Bunca yalanın üzerine kurulmuş ilişkimizin sağlam olmasının bir şansı yok.
Arabayı onun evine sürerken de düşünmeye devam ediyordum. Özellikle iki gündür, düşünmediğim bir an yoktu zaten. O farkında değildi ama sayılı günlerimiz vardı ve iki gününü çoktan çöpe atmıştık. Her şeyden habersizdi nasıl olsa, nerden bilebilirdi ki geçirdiğimiz her dakikanın ne kadar önemli olduğunu?
Bu iki gün içinde Minho ve Jisung çoğu zaman benimle birlikteydi. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı ve bunun gibi detayları konuşmak üzere görüşüyorduk sözde. Hepimiz bililiyorduk ki asıl nedenimiz bu değildi. Odaklanılan asıl mesele bendim, ben ve benim ruh halim.
Sürekli düşünceliydim, hatırlatmasalar kalkıp yemek yemem gerektiğini bile unutuyordum. Kafam doluydu, midemin boşluğunu hissedecek durumda değildim haliyle. Yine de bir şeyler yemiştim onlar sayesinde, arada gülmüştüm de. Ne kadar gerçekçi gülüşlerdi bilmiyorum.
Evin önüne geldiğimde kendimi garip hissetmiştim, bu evi son görüşümdü muhtemelen. Bir daha sokağından bile geçme ihtimalim olmayacaktı, değil sokağından geçmek şehire bile ayak basmayacaktım ki. Biliyordum ki eğer bu şehire gelirsem, ayaklarım beni bu eve, ona getirirdi. Ben de bunu göze alabilecek biri değildim, Felix ve benim hikayem bitecekti. Hiç açılmamak üzerek kilitlenecek bir kapı olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you can run, hyunlix
Fanfiction"Sana her şeyin toz pembe olmadığını söylemiştim, Hyunjin." tw | int!har, bağımlılık, rahatsız edici içerikler, smut bulunuyor. hyunlix, minsung cover art: gadoodlez_