dix-huit | décision

232 31 39
                                    

Kendini kaptırma, arkadaş olmaya çalış, güvenini kazan, intikamını al, hayatını mahvet, zamanı geldiğinde hayatını elinden al. Bunlar benim yapmam gereken şeylerdi, Felix'le planladığım tanışmanın tek nedeni bu isteklerimdi. Şimdi ise ona çekildikçe çekilmiş ve kendimi tamamiyle onun eline bırakmıştım.

Her zaman övündüğüm o hırsım, kendime güvenim tuzla buz olmuştu. Bunu yapmam uzun sürmemişti bile, kısa bir süre içinde kendimi onun avucunda bulmuştum. İnandığım şeyleri sorgulamaya, doğruluğuna emin olduğum şeylerden bile şüphe etmeye başlamıştım. Onun yüzünden arkadaşlarıma, beni hayata bağlayan kişilere, yalan söylemeye başlamıştım. Felix bunları zahmetsizce yapmıştı, sadece kendi olarak beni avlamıştı. Avcı olan ben, av olmuştum.

Yaralar açmak istediğim bedenindeki yaraları öpmüştüm. Acıdan ağlamasını hayal ettiğim çocuk ağlayınca gözyaşlarını ben silmiştim. Felix'e olan hislerim, hırsımın önüne geçmişti. Duvarları bir bir yıkmış, bahçede çiçekler açtırmıştı şimdi.

Her şeyden habersizce, kendisi olarak beni kazanmıştı.

Elimdeki kalemi masaya bırakarak arkama yaslandım. Ne zamandır beni rahatlatan tek şey olarak nitelendirdiğim resimlerim beni rahatlatmıyordu? Ne zamandır kafamda resim taslaklarından çok Felix'in yüzü vardı?

"Kendimi yeterince kapalı tutamadım."

Öyleydi, kolaylıkla açmıştım kapıları. Biraz bile zorlamak zorunda kalmamıştı, göz açıp kapayıncaya kadar beni avucunun içine almıştı. Ben ise izin vermiştim. Fark etmeden, dediğini ikiletmeden.

Felix'i tamamen bitirmem en iyisi miydi diye düşünmeden edemiyordum. Hayır, onun hayatını bitirmek değildi amacım. Kendi içimde onu bitirmek istiyordum. Diğer türlüsünü yapabilecek cesaretim olduğundan şüpheliydim artık. Açılan yaralarını kapatmak için bunca çaba sarfettikten sonra böyle bir şeyi yapacak olmamın fikri bile komikti çünkü. Felix'in değil hayatını bitirmek, ona ufak bir zarar veremeyecek kadar rezil bir noktaya gelmiştim.

Yavaş yavaş tüm vücudumu ele geçiren bir hastalık gibiydi gözümde. Hiç farkında olmadan kendimi teslim etmiştim ve şimdi de son evredeydim sanırım. Ya da tamamiyle ben gözümde büyütüyordum her şeyi. O kadar korkak bir hale gelmiştim ki çabalayıp bu çukurdan çıkmak yerine sessizce ölümü bekliyordum. Güçsüz olduğum için değil, yükseklik gözümü korkuttuğu için kalmayı tercih ediyordum ben.

"Böyle birini seviyor olma fikrin bile seni utandırmalıydı."

Ama utandırmadı. Dokunuşları altında kasılırken, güzel sözlerinin ağırlığıyla ezilirken utanmadım. Aksine her bir anı hoşuma gitti. İlk kez kalbimin biri tarafından sıcaklıkla sarmalandığını hissedebildim. Bu kişinin ailemi elimden almış olmasını ise ikinci plana attım. Onunla tanışmadan önce, bu fikir karnım ağrıyana kadar güldürür, nefretle boğardı beni. Şimdi bu gerçeğe tüm vücudum ağrıdan kıvranana kadar ağlayabilirim.

"Nefret ediyorum senden." Senden tekrar nefret etmek istiyorum. Doğrusu buydu.

Ona karşı ne kadar güzel şeyler hissetsem de her zaman önümde bir engel olacaktı, yüzüne her baktığımda ve her temasımızda bazı gerçekler yüzüme vuracaktı. Mesela ailemi gözünü kırpmadan öldürüşü, modellik adı altında bir sürü insanı zehirleyişi ve o babası. Aslında her şeye sebep olan kişi oydu.

Felix'le tüm bunlardan bağımsız bir şekilde tanışsak nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim. Mesela o girmeyi çok istediğim okula girdiğimde okuldaki öğrencilerden birisi o olsaydı. Belki bir projede birlikte çalışarak tanırdık birbirimizi ya da filmlerde ki klasik bir çarpışma yaşayabilirdik. Yine de ona karşı bu hisleri besler miydim, bilmiyorum.

you can run, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin