Surların orta kısmına gelmemiz neredeyse iki gün sürmüştü. Biraz daha hızlanmaya karar veren Jungkook ve arkadaşları, gündüzleri de azar azar mola vererek yola devam etmemiz gerektiğini söylemişlerdi. Başlarda pek sorun olmasada at üstünde yolculuk yapmak gerçekten zordu.
"Endişe etmenize gerek yok." Taehyung önden giderken daha çok yol odaklıydı ve konuşan da Hoseok'tu. "Burjuva topraklarına neredeyse vardık sayılır. Surların ikinci kısmında başkente giden tren yolu var. Başkent'e trenle gideceğiz, atlardan daha rahat olacağına emin olabilirsiniz."
Devasa surları gördüğümüzde sabah saatleriydi. Çok erken bir vakit olmamalıydı çünkü hava öğleye yaklaştığını haber verircesine ısınmaya başlamıştı. Derin bir nefes alarak surları izlemeyi bıraktım. Arkamdaki Jungkook'un bedeni yolculuk boyunca garip bir şekilde bana gerçekten güven vermişti. Kaslı göğsü nefes alıp verdikçe alçalıp yükseliyor, erkeksi ve ferah bir kokunun burnuma dolmasını sağlıyordu. Bana bu kadar yakınken aksi olması mümkün değil gibiydi zaten.
Bazen atların geçmekte zorlandığı yerlerde tek kolu belimi sarıyor, diğer eliyle de eğeri tutmaya devam ediyordu. Bazense hızlandığında kafası boynuma yaklaşıyor nefesleri saçlarıma karışıyordu. Bu yakınlık kalbimin deli gibi atmasına sebebiyet veriyordu. Böyle hislere yabancı olan zavallı kalbim adeta bir kuş gibi çırpınırken, umarım hissetmiyordur diye düşünmeden edemiyordum. Bu durum fazlasıyla utanmama neden oluyordu.
Gece karası saçları ve gezegen ışığı saçan gözleri, beyaz teni ve sert çehresiyle kendime itiraf etmeye çekinsem de çok yakışıklıydı. Geçtiğimiz yerlerde gördüğümüz kadınların gözlerini ondan alamadığının net bir şekilde farkındaydım. Ancak onun pek kimseye dikkat ettiği söylenemezdi. Tek odağı içinde bulunduğu durum ve göreviydi.
Sahi, şuan onlar görevdelerdi. Varisi bulup krallığa teslim edecekler ve başka görevlere gideceklerdi. Onları bir daha ne zaman görürdüm, dahası görebilir miydim bilmiyorum. Hoseok'un kibar davranışları ve güneş ışıltısı barındıran gülümsemesi, Taehyung'un geçtiğimiz şehirler hakkında bilgi vererek bizimle sohbet etmesi, Yoongi'nin huysuz tavırlarına karşın bizimle uğraşmaktan vazgeçmemesi, Jungkook'un soğuk dursa da koruyucu tavrını özleyecektim.
Birini tanımanın en iyi yolu, onunla yolculuğa çıkmaktır derler. Bu kısa zaman içinde onlara fazlasıyla alışmıştım. Lisa'da öyleydi, yaptğımız yolculuktan bir kez bile hiçbir durumda şikayet etmemişti. İşe eğlenceli tarafından bakmış, moralimizi yüksek tutmuştu.
Şimdi ise Başkente varıca ayrılacak olmamız, gerçekçi olmak gerekirse beni biraz üzüyordu. Onlara alışmıştım.
"Askeri karargaha uğrayıp atları bırakacağım ve biletleri halledeceğim. Siz de bu arada birşeyler yiyin." Hepimiz atlardan indiğimizde, Hoseok atların zorlanmaması için eğerlerin boyunu uzattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kill the queen | Rosekook
FanfictionGökyüzüne salıncak kurdum, sonra yıldızlara dokundum parmak uçlarımda. Gün güneşten öncedir, kraliçe ise hepsinden önce. Rosékook AU Düzyazı