Bölüm 25, Final

425 50 29
                                    

🌹🌹🌹

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

🌹🌹🌹

🌹🌹🌹

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.





Ben küçük bir kızken, ailenin ne demek olduğunu merak ederdim. Bayan Jung'un çiftliğine bırakılmadan önce köhne bir köyde, diğer evlerden uzak küçük bahçeli bir evde yaşardık. Annem olduğunu hatırladığım kadının güzel olduğunu hatırlıyordum. Köyün insanlarına pek benzemiyordu. Altın sarısı saçları ve açık yeşil eşsiz renkte gözleri vardı. Ancak sürekli korkardı, bana bakmak istemezdi. Sanki yaşadığı hayatın tek sorumlusu benmişim gibiydi bakışları.

Ama yine de onu severdim, sevgisini önüme koyduğu bir tas çorbada arardım. Beni Bayan Jung'un kapısına bıraktığında dahi nefret etmemiştim ondan. Hatıralarımın arasında, bahçedeki ağacın dibine oturmuş ve bana alfabeyi öğreten görüntüsü hiç silinmezdi mesela, ne olmuştu ona? Beni bırakıp gittikten sonra iyi bir hayatı olmasını temenni etmiştim. Böyle korkuyla yaşamasındansa, özgür olup mutlu olmasını tercih ederdim. 

Bir süre önce Jimin'den onu araştırmasını istemiştim. Aklıma gelenleri, çocukluğumda kaldığımız o küçük bahçeli evi, annemin hatırladığım zihnimden silinmeyen genç görüntüsünü anlatmıştım ona. Yaşadığımız köyü, beni çiftliğe bıraktığı zamandan bahsetmiştim. Jimin ve Taehyung iyi iz sürücülerdi, daha önce Jisoo ile ilgili bilgilere ulaştıklarında onu da bulabileceklerini düşünmüştüm. Yıllar önce o bölgeden geçen şüpheli bir kadını hatırlayan olmamıştı tabii ki. Sadece ellilerinin başında bir ayakkabı ustası batı'ya doğru nasıl gidebileceğini soran sarı saçlı bir kadının varlığını hayal meyal hatırladığını söylemişti. Sonrası yoktu, kuş olup uçmuştu sanki. Hiçbir iz yoktu, yıllar geçmesine rağmen kraliçe olduğumu öğrenince beni bulmaya gelir diye düşünmüştüm içten içe, ona nasıl cevap veririm diye düşünmüştüm uzun zaman.

Tüm hayallerimin sonu koşarak boynuna sarılmayla bitiyordu ancak düşündüklerimin aksine, ne o beni bulmaya gelmişti, ne de ben onu bulabilmiştim.

Umarım iyisindir, diye geçirmiştim içimden. Umarım hala hayattasındır.

Rahat elbisemin eteklerini düzelterek beşiğe doğru adımladım. Minik oğlumun uyandığını belli eden kıkırtıları kulağıma dünyanın en güzel müziği gibi gelirken eğilerek onu izlemeye başladım. Beni gördüğünde kıkırtıları çoğaldı ve mutlulukla minik yumruklarını sıktı. Mayısın sonuna doğru dünyaya gelmişti. Gelişi bizim için sancılı olsa da, yeni doğduğunda bile o kadar güzel bir bebekti ki, gören herkes şaşkınlığa uğramıştı. Yaz bebeği olmuştu ve şimdi beşinci ayını doldurmuşken elle tutulur boyuttaydı. Saçları benimki gibi sarı ancak biraz daha koyuydu. Göz şekli Jungkook'un ki gibi olsa da rengi benim göz rengimle neredeyse aynı olmuştu. Doğduğunda koyu kahve gibi belirsiz bir renk iken zamanla açılmış ve baskın yeşillerin belli olduğu bir ela haline gelmişti.  Jungkook bana benzemesini istediği için mutluydu, ayrıca ilk çocuk her zaman anneye benzer, ikincisi bana benzeyecektir diye dolaşsa da şuanlık planlarımın arasında böyle bir şey olduğunu sanmıyordum.

Kill the queen | RosekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin