-
Saat sabaha karşı beşe geliyordu, uyku bir türlü beni bulmuyordu ve delirecek gibi hissediyordum. Yatakta bir kez daha dönerek gözlerimi kapatsam da olmuyordu, yastığa sıkı bir şekilde sarıldım. Babamın horultusu duvarları aşıp ulaşıyordu, sıcak hava da hiç yardımcı olmuyordu. İlk düşüncem kızgınlığımın yaklaştığı yönündeydi ama değildi, içimde yaklaştığına dair hiçbir iz yoktu. Pencere camıma vuran taş sesi irkilmeme sebep oldu, yerimden kalktım, bir taş daha vurdu. Pencereye yaklaştığımda bir yenisi daha eklendiğinde tanıdık bir kokuya odaklanmaya çabaladım. Cama yeni bir taş daha gelirken perdeyi araladım, Jungkook beni görmesiyle elindeki taşı yere bıraktı. Yüzündeki gülümseme benim de gülmeme sebep olurken pencereyi araladım, "Sevgilim." duyerek el salladığında kahkaha attım.
Üzerime kalın bir hırka alarak evden sıyrıldım, arka bahçede beni bekleyen Jungkook sırtını erik ağacına vermişti. "Ne yapıyorsun burada?" diye sordum yaklaşırken, ağaçtan ayrılarak yanıma geldi ve kollarını belime doladı. Ben de ona sarıldığımda kokusunu bile özlediğimi fark ettim. "Seni özledim, gelmek istedim." dedi saçlarımı öperek, daha sıkı sarıldığında ona karşılık verdim. İçimdeki tüm sıkıntıyı hissetmiş, hemen yanıma gelmiş, bana sarılmıştı. Erik ağacının köküne beraber oturduk, bir kolu belime sarılmış haldeydi. Başımı onun omzuna yaslayarak hırkamın kollarını parmakuçlarıma kadar çektim. "Ben de seni özledim." dedim, ona sığınmak benim için olağan bir durum haline gelmişti. Jungkook ile yan yana olmak, gökyüzündeki yıldızlara ve yerini güneşe terk etmeye hazır aya bakmak, elini tutmak hayatımın bir parçası haline gelmişti.
"Sevgilim..."
Jungkook'un böyle seslenmesi çok hoştu, elini tutarak parmaklarını hırkamın arasına hapsettim. "Çok üşüdün mü?" diye sordum, "Hayır, senin yanına geldim ve ısındım hemencecik." dediğinde yeniden güldüm. Onun yanağını öptüm. "Buna sevindim. Ben de seni gördüğüm için mutluyum. Aslında tüm gece uyuyamadım ve içimde bir sıkıntı vardı, sanki hissetmişsin gibi hemen geldin." İçimdekileri ona söylemek çok kolay geliyordu bana, yüzüme baktığı anda tüm hislerimi biliyordu. "Beni görmek istemişsin, ben de seni görmek istediğim için uyuyamadım." Elini daha sıkı tuttum, onun beni görmek için kasaba aşmış olması hakkında kalbim deli gibi atıyordu. Bulunduğumuz durumu seviyordum, biraz garip bir ilişki sarmalı yaşamış olsak da buradaydı. Elimi tutuyordu, bana sarılıyordu.
Omega olduğumu öğrendiğim ilk andan beri hislerim karman çorman bir halde olmuştu, kendimi tanıma konusunda çabalasam da bir sonuç alamamıştım. Alfaların kokularının üzerimde bırakmış olduğu etki karşısında afallayıp kalıyordum. Aşk hakkında pek bildiğim bir şey yoktu. Jungkook'u tanıyana kadar birine hisler besleme konusunda acemiydim. Ona karşı hislerim neden beni böylesine huzurlu hissettiriyordu? Ruh eşi kavramının bir efsaneden ibaret olduğunu biliyor olsam da, konu o olduğunda hislerime isim bulamamak beni bu efsane üzerine düşünmeye itiyordu. "Jungkook." diye seslendim ona, yüzünü bana çevirdiğinde gözlerimiz birbirini buldu.
"Biz ruh eşi olabilir miyiz?"
Kahkahası bahçede yankı bulurken ona bakmaya devam ettim, Jungkook güldüğünde küçük bir çocuğa benziyordu. Dişleri, kırışan burun kenarları, kısılan gözleri onu çok tatlı yapıyordu. "Bebeğim, onun gerçek olduğunu sanmıyorum." dedi, omuzlarımı düşürerek ona bakmaya devam ettim. "Kendini kötü hissetme ama bilmiyorum, bu sadece efsane. Hislerimizin bu kadar derine indiğini fark etmen, bunu düşünmen beni mutlu etti." Başımı sallayarak onu onaylasam da düşünmeden edemiyordum, bir efsanenin başlangıcında olamazdık, değil mi? Jungkook dudaklarını burnuma değdirdiğinde gülümsedim, onun kollarına yeniden sığındım tamamen. Tan ağarmaya başlamıştı, birazdan güneş doğacaktı. "Taehyung, iyi misin?" diye sordu, onu onayladım, o yanımda olduğu süre boyunca iyiydim, Jungkook'ta ruhumun dizginlenmesini sağlayan bir şey vardı, içime nüfuz ediyordu.
İlk yıldızlar silindi gökyüzünden, sonra da ay. Güneş ilk ışıklarını gönderdiğinde gözlerimi kapatmış, Jungkook'un elini tutmaya devam ediyordum. Rüzgâr hafif esiyordu, saçlarımın birbirine giriyor olduğunu fark etsem de umursamadım. "Akşam randevuya çıkalım mı, seni götürmek istediğim bir yer var." dedi Jungkook birden, gözlerimi açarak ona baktım. "Nasıl bir yer?" diye sordum, gözleri heyecanla parlıyordu şimdi. Gökteki yıldızları gözlerine emanet almıştı. "Harika bir kafe, seni hatırlatıyor bana. Uzak bir kasabada ama çok seveceğine eminim." dedi, yanağını öptüm. "Seninle burada oturmayı bile seviyorum ben ama ne kadar uzaklıkta?" diye sormadan edemedim, Jungkook'un yaşadığı kasaba ve bizim kasaba arasında bile bir saatten daha uzun bir yol gidilmesi gerekiyordu. "Sanırım iki saatten fazla sürer, sen şimdi gir ve güzel bir uyku çek. Altı gibi seni alırım." dedi, saçlarımı öptükten sonra benden ayrıldı ve ayaklandı. Ben de onunla birlikte ayağa kalktım. "Beni iyi hissettirdin, akşama görüşürüz." Dudakları bu kez çok kısa dudaklarıma değdi, arkasını dönerek benden uzaklaştı.
Eve girdiğimde sessizlik ürpememe sebep oldu, odamın perdelerinı sıkı bir şekilde kapattım. Üzerimdeki hırkayı çıkararak kenara koyduktan sonra yatağa girdim. Jungkook uzaklaşmış olmalıydı, üzerime yorgan yerine ince pikeyi çekerek uykuya daldım. Kısa, hatırlamadığım kabusa ev sahipliği yaptığım uykuyu bozan Jimin'in evin içindeki bağırışları oldu. Gözlerimi araladığımda sersem gibi hissediyordum. Telefonun ekranındaki saat on biri bulmuştu. Yataktan çıktım, salona girdiğimde Jimin'i koltuklardan birine oturmuş ağlarken buldum. "Ne oldu?" diye sordum, Yoongi hyung ya da Hoseok hyunga bir zarar geldiği düşüncesi kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu. Jimin'in önünde dizlerimin üzerine çöktüm, yüzündeki ellerini alarak tuttum sıkıca. "Jimin." dedim sesimi alçak tutarak, "Ne oldu?" Gözlerini yüzüme çıkardı, derin bir nefes alıp verdi. Yanında oturan annem onun sırtını okşuyordu.
"Ben hamileyim."
Ne diyeceğimi bilemez durumda ona bakmaya devam ederken olayda onu bu kadar ağlatan sebebi bulmaya çabalıyordum. "Tamam, sakin ol." dedim, ellerini kendime çekerek ona sarıldım. "Yoongi hyung anlayacaktır, hem zaten sevgilisiniz." diye devam ettim gülümsemeye çabalayarak ama yüzüme öyle bir bakıyordu ki, sözcüklerime devam edemedim. "Jimin..." İç geçirerek yutkundu, ellerimi bırakarak yanaklarından süzülen yaşları sildi. Jimin, Yoongi hyunga aşıktı. Onun başkasıyla bir ilişki yaşamış olması muhtemel bile değildi. Bebeğin babasının Yoongi hyung olduğuna emindim, Jimin'i çok iyi tanıyordum ama verdiği tepkiyi anlamakta zorlanıyordum. "Yoongi hyung istemezse, Taehyung? Biz yeni sevgili olduk. Her şey çok yeniydi. Üstelik bir anlıktı, kızgınlıktaydık ama hissediyorum. Çok tuhaf, çok yeni ama hissediyorum işte." Yere oturarak ona baktım, "Jimin sen en son kızgınlığa girdiğinde ben Jungkook'u tanımıyordum bile." dedim kendime engel olamayarak ve bu, yeniden ağlamaya başlamasına sebep olmaktan başka bir işe yaramadı.
Tüm olanları düşündüm, Seungkwan bir Başıboş olmasaydı ve yakalanmasaydı, Yoongi hyung ile evlenselerdi, Jimin yine de hamile olacaktı. Dehşet ürpermeme sebep oldu. Eşsiz bir Omega'nın hamile kalması hoş karşılanmazdı, şimdi bile Jimin'in insanlardan hoş olmayan bakışlar ve sözler duyacağına emindim. "Ben senin yanındayım." dedim ellerini yeniden tutarak, "Biz her şeyi atlattık, Başıboş Alfaları bile. Bir bebek ne ki? Ben Yoongi hyungun iyi bir tepki vereceğine inanıyorum." dedim, gözyaşları arasında gülümsemeye çabaladı, onu elinden tutarak kaldırdım ve odama götürdüm. Üzerindeki kot ceketi çıkardı, ona kendi pijamalarımdan verdim. "Biraz uyuyalım, iyi hissedeceksin." dedim, beni onaylayarak üzerini değiştirdi, yanıma uzandı. Bir kolumu onun bedenine dolayarak kendime çektim, iç geçirmeleri devam ediyor olsa da biraz daha sakindi. "Taehyung." diye mırıldandı, bedenini biraz daha bana yaklaştırdı.
"Yoongi hyung da onu benim gibi sever, değil mi?"
-
bu bölümü yazmak neden bu kadar zor oldu,
bitmedi sanki hiç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
violets for roses'taekook
Fanfictionomegaverse* omega kim taehyung, arkadaşları ile gittiği sinemada hemen yanındaki koltukta oturan alfa jeon jungkook'a aşık olacağını hissetmemişti.