Kabusun etkileri üzerimde dolanırken yatağımda oturmuş bilgisayar ekranında oynayan eski bir filmi izliyordum.
Kızgınlığımın bitişi ani olmuştu, tıpkı başladığı gibi bir anda sona ermişti. Jungkook babasının isteği üzerine uzak bir kasabadaki heyet ile görüşmek için üç gündür yoktur. Kabuslarım o uzaklaştığından beri beni terk etmiyordu. Jimin tüm zamanını Yoongi hyung ile geçiriyordu ve onu anlıyordum. Hoseok hyung ise babası ile beraber kasabanın geleceği üzerinde çalışıyordu, Jungkook gibi onun da liderin oğlu olarak görevleri vardı. Filmi kapattım. Aklımi verebildiğim yoktu. Pijamalarımın üzerine kalın, tüylü, kahverengi bir ceket giydim. Ne zaman bu ceketi üzerime geçirsem annem ayıcığa benzediğimi söylerdi. Telefonumu aldım ve evden ayrıldım.
Soğuk hava kasaba insanlarını eve kapatmıştı. Okuldan dönen liseli öğrencilerin dışında birkaç kişi görünüyordu. Tam bu anlarda insanlar için görünmez olmayı seviyordum. Kimse beni umursamıyordu. Tek başıma kalmışlık hissinden kurtulamıyordum. Kasabanın içindeki küçük çay bahçesine girdim. Soğuk havadan dolayı bahçede bulunan sandalyeleri masaların üzerine ters çevirmişlerdi. Küçük bir iç kısmı vardı. Kasabanın birkaç yaşlı kişisi köşedeki masada oturmuş çaylarını içiyordu. "Merhaba Taehyung." dedi Bay Park, Jimin'in babasıydı ve babam ile yakın arkadaşlardı. "Merhaba Bay Park. Nasılsınız?" diye sordum, iyi olduğunu ve benim için orman meyveli çay hazırlayacağını söyledi.
Jimin ile çocukluğumuz bu küçük çay bahçesinde geçmişti. Annesi hemşire olduğu için sağlık merkezine gidemezdik. Sıcak havalarda bahçede, soğuk havalarda ise bu küçük mekanda ödevlerimizi yapar ya da oyun oynardık. Eski zamanları özlüyordum. Bay Park'ın orman meyveli çayını özlüyordum. Neşeli olduğum o günleri özlüyordum. "Jimin nasıl?" diye sordum, birkac gündür sadece mesajlaşmakla yetinmiştik. "İyi, dinleniyor. Yoongi her zaman yanında." dedi Bay Park, ona güveniyordum. Çay için teşekkür ettim.
Üç saat yirmi dört dakikadır Jungkook beni ne aramış, ne de mesaj atmıştı. Onun için endişelenmeden edemiyordum. İyi olacağını, her şeyin üstesinden gelebileceğini biliyordum ama yine de içim içimi yiyordu. Jungkook'u aramak istiyor ama rahatsız etmekten endişe ediyordum. Neden kafam bu kadar doluydu? Telefonum masanın üzerinde titremeye başladı. Ekrana baktığımda Jimin'in aradığını gördüm. "Bebeğim." Sesi neşeli geliyordu. "Jimin-ah, nasılsın?" diye sordum, gülümsediğini kıkırdamalardan anlıyordum. "İyiyim, çok iyiyim. Babam çay bahçesinde tek başına oturduğunu söyledi. Ben de biriciğimi yalnız bırakmak istemedim, gelmemi ister misin?" diye sordu, son cümlelere doğru sesi biraz kısılmıştı.
"Jimin seni istememem olur mu? Gel, bekliyorum."
Sözlerim onu tekrar neşelendirmişti. On dakika içinde yanımda olacağını söyledikten sonra telefonu kapattı. Sıcak çayımı içmeye geri döndüm. Gözlerim telefon ekranındaki Jungkook'un fotoğrafına kayıyordu. Yüzünde güzel bir gülümseme vardı. Saçları rüzgârda dalgalanıyordu. Gülümsememe engel olamıyordum. Parmağım ekranın üzerinde gezindi. "Bir bardak çay daha ister misin?" diye sordu Bay Park, Jimin'in geleceğini ve onunla beraber içeceğimi söyledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
violets for roses'taekook
Fiksi Penggemaromegaverse* omega kim taehyung, arkadaşları ile gittiği sinemada hemen yanındaki koltukta oturan alfa jeon jungkook'a aşık olacağını hissetmemişti.