Ertesi sabah Melda ile evi toparlıyorduk. Daha doğrusu ben koltukta yayılmış haberleri seyrederken o dün akşamdan kalan dağınıklığımızı temizlemeye çalışıyordu.
"Geri zekalı! Kaldır kıçını da bir yardım et." diye çıkıştığında umursamazca elimdeki enerji içeceğini yudumladım. Süpürgeyle bacağıma sertçe vurdu ve iniltime aldırmayarak, "Kalk, şu çöpleri dışarı çıkar." dedi.
"Tamam be!" Enerji içeceğini tek dikişte bitirip teneke kutuyu çöp torbasının içine attım ve ev terliklerimi dahi çıkarmadan dışarı çıktım.
Çöpü konteynıra attım. Etrafı izlerken dikkatimi caddenin karşısındaki beyaz renkli, camları filmli araba çekti. Bu arabayı sürekli buralarda görüyordum. Ben eve vardıktan sadece üç-beş dakika sonra caddedeki yerini alıyordu ve içinden kimse inmiyordu. Sabah işe gitmek için evden çıkmadan önceyse çoktan gitmiş oluyordu. İçimden bir ses beni takip ettiğini söylüyordu ama iş "Beni neden takip ediyor olsun ki?" sorusunu cevaplamaya geldiği vakit o ses hep sessiz kalmayı tercih ediyordu.
Bakışlarımı arabadan güç bela ayırıp eve doğru yürümeye başladım.
****
Aradan iki hafta geçmişti ve hayatımda pek iyi şeyler olmuyordu. Annem hastalanmıştı ve ağabeyimin parası hastane masraflarını karşılamaya yetmediğinden benden para istemişti. Elimde olan paranın nerdeyse tamamını göndermiştim ama yine de para çıkışmıyordu ve annemin hastanede en az üç hafta daha kalması gerekiyordu.
Umutsuzca Melda'dan borç istemiştim ancak parasının çoktan suyunu çektiğini söylemişti bana. Borç isteyebileceğim diğer bir tanıdığım Celil'di ama çekiniyordum açıkçası.
Kredi çekebilirdim fakat birikmiş o kadar kredim vardı ki banka çalışanları beni gördükleri yerde tekme tokat dövseler yeriydi.
Tek çarem Yarkın Bey'den önümüzdeki ayki maaşımdan bir ön ödeme istemekti lakin onda da şöyle bir problem vardı: Aramız bir haftadır limoniydi. En son bir hafta önce bana deniz kenarında benimle bir yemeğe çıkmak istediğini söylemişti ama çeşitli bahaneler uydurarak onu reddetmiştim. Tıpkı daha önceden de onlarca kez yaptığım gibi. Artık bu durum canını sıkmış olacak ki bir haftadır ne beni ofisine çağırıyordu ne bana eskisi gibi kahve getiriyordu ne de rastlaştığımızda selam veriyordu.
Yokmuşum gibi davranıyordu.
Eğer ondan bir şey isteyeceksem önce gönlünü almalıydım ki bunu nasıl yapacağımı gerçekten bilmiyordum. O yüzden gidip Melda'ya akıl danışmıştım ve bana Yarkın Bey'e çiçek ve çikolata ya da saat ve gömlek gibi ikililerden birini armağan edebileceğimi söylemişti. Kulağa çok mantıklı gelmiyordu ama kalan son paramı da J'adore Chocolatier'den aldığım bir kutu el yapımı çikolataya ve kırmızı gül demetine harcamışken bunun mantıklı olup olmadığını tartışmanın pek de bir anlamı yoktu.
Odasının kapısını birkaç kez tıklatıp içeri girdim. Karşısında beni gördüğünde başta afalladı fakat daha sonra kendisini toparlayıp eliyle koltuğu işaret etti.
"Bir isteğin mi vardı Bedirhan?" diye sordu aldıklarımı masasına bıraktığım sıra.
"Aslına bakarsınız evet ama ondan önce size bir özür borçlu olduğumu fark ettim." dedim. "Benim için yaptıklarınız gerçekten çok değerli ve minnetimi size göstermekten kaçınarak kalın kafalılık ettim. Her şey için teşekkür ederim." Dudaklarında bir gülümseme peyda oldu.
"Teşekkür etmene gerek yok Bedirhan. Hepsini zaten hak ettin."
"Ayrıca bir hafta önceki yemek teklifinizi kabul edemediğim için de tekrardan üzgün olduğumu belirtmeliyim." dedim. "Sizinle bir ara baş başa yemeğe gitmeyi gerçekten isterim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cruise bxb
General FictionPatronumun bana takıntılı olduğunu nereden bilebilirdim ki?