Bir şeyi elde ettiğiniz zaman eski değeri kalmazdı çünkü o ulaşılamazken güzeldi, o ancak sizin ellerinizden ıraktayken hakiki bir manaya sahipti.Bu yüzden kendime bir amaç bulmayı denemiyordum bile. Monotonluğa katlanamayan bünyem her zaman yeni tatlar için çırpınacaktı zira insanlar ikinci kez "Tadı damağımda kaldı!" cümlesini kurmazdı. Bir hazzı tadardık, ona hasret duyardık fakat bir müddet sonra çekiciliğini yitirir, hatta yeknesaklığı bizi tiksindirmeye başlardı.
Hazlar eroinden farksızdı; damarlarımızda dolanırken bize dünyanın mutluluğunu verir, sahte ve boş sırıtışlara kapılıp dozu artırdığınız vakitse asla ardı arkası kesilmezdi. Sürekli daha fazlasını arzu ederdiniz, göğsünüzün coşkuyla çalkalanmasını, kalbinizin hiç durmadan çarpınmasını ve bedeninizin dip doruk canlanmasını isterdiniz. Uyuşturucu sizi öldürene kadar damarlarınızı delik deşik ederdiniz ve hepsini sadece daha mutlu hissetmek için yapardınız.
Amaç dediğimiz şey benim için böyleydi işte. Mütemadiyen daha iyilerine, daha zorlarına yönelecektik ve sonunda tekinin peşinde geberip gidecektik.
Düşündüğünüzün aksine, amaçlar varoluş sancınızı dindirmezdi, dindiremezdi zira gözünüz bir kez açıldığı vakit o acı hakikat hep bir yerlerde, size en yakın yerlerde, yaşamaya devam edecekti. Size kanınızdan, canınızdan daha yakın olacaktı, geceleri yatağınıza girecek, boynunuza sarılacaktı; ATM'den maaşınızı çekerken parmaklarınıza dolanacak, sevdiğinizin dudaklarını öperken nefeslerinize karışacak, ağlarken yanaklarınızdan yaşlarla süzülecek, canınız yandığında acınızı körükleyecek, yaralandığınızda yaranıza basılan tuz olacaktı. Ondan asla kaçamazdınız, kaçmayı denesiniz bile kurtulamazdınız; kendinizi kandırmak uğruna hayatınızı gayelere adayabilirdiniz ama en nihayetinde ölümünüz, yıkık dökük bir katedralin kuzey tarafındaki isimsiz, sıfatsız mezarlıklardan birine onun kollarında gömülmeye tekabül ederdi.
Yarkın Bey kendine bir amaç bulmuştu ve bu amacının onu o sancılardan uzaklaştıracağına inanıyordu. O sancılardan arındığı vakitse beynini Gliridiae misali kemiren o düşüncelerden kurtulabilecekti, özgürlüğünü geri alabilecekti zira aslında en büyük tutsaklık düşüncelerin tutsaklığıydı.
Zincirleri kırabilir, prangaları parçalayabilirdiniz; kelepçeleri bölebilir, parmaklıkları bükebilirdiniz lakin o düşünceler kafanızın içinde olduğu müddetçe dünya kadar paranız, dünyaya hükmedecek gücünüz ve dünyayı fethedecek aksiyonlarınız olsa da asla hür olamazdınız. Nereye gitseniz sizinle gelirler, ne yapsanız baş ucunuzda biterlerdi; savuşturamazdınız ve onlarla savaşamazdınız da çünkü daima mağlup taraf olurdunuz.
Yarkın Bey bunu anlayamıyordu ve işte bu yüzden onun saplantılı manyağın teki olduğunu söylüyordum. O sancılarla barışması, onları kabullenmesi gerekiyordu ama o çocuk gibi davranıyor, onlardan kaçmaya çalışıyordu.
Halbuki bükemediğin eli öpmen gerekirdi.
****
Yarkın Bey'in- sanırım artık "Yarkın" diye hitap etmem gerekiyordu.-yatağındaydım ve ellerimle ayaklarım bağlıydı. Üstümde sadece baksırım vardı ve yatakta öylece uzanırken tam bir hedeftim; aynı zamanda bir kurban.
Başıma ne geleceğini az çok tahmin edebiliyordum.
Nedensizce heyecanlanmıştım ve o duyguyu savuşturabilmek için zihnimle savaş veriyordum dakikalardır.
Pekâlâ, sikinin zevkine düşkün bir herif olduğumu inkâr edemezdim ama bu çok tuhaftı, hatta sadece tuhaftı. Bana dokunmasını istemiyordum, dokununca zevk alıyordum: Tamam, sonuçta cinsel yönden henüz körelmemiştim, Hipotiroidi'ye yakalanmamıştım ve Vasektomi huzursuzluğu yaşamıyordum. Yani birinin o yerlerime dokunduğunda reaksiyon vermem oldukça doğaldı, bunu bilmeme rağmen her şey benim suçummuş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cruise bxb
General FictionPatronumun bana takıntılı olduğunu nereden bilebilirdim ki?