6. Bölüm: Tutsaklık

16.9K 704 137
                                    


Şanssız bir insandım.

Hayatımın özeti ancak bu olabilirdi.

Başıma sürekli bir şeyler geliyordu. Önce annem hastalanmıştı ve durumunun pek iyiye gitmeyeceğini söylemişlerdi ki abim çoktan Bağlum Mezarlığı'ndan bir mezar satın almıştı. Sonra Yarkın Bey bana o teklifi etmişti ve patronumu yüzüstü bırakmanın bir bedeli olarak ayrıcalıklarım birer birer ellerimden alınıyordu. Şimdiyse bir grup takım elbiseli herif tarafından bilmediğim bir sebep dolayısıyla kaçırılmıştım ve bana ne yapacakları hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu.

Getirildiğim bu yerde bir yatağa bırakılmıştım. Yani en azından öyle olduğunu varsayıyordum zira gözlerim hâlâ bağlıydı. Adam beni buraya bırakıp gittiğinden beri ne kadar süre geçmişti bilmiyordum; gerçi, kaçırıldığımdan beri ne kadar vakit geçmişti onu da bilmiyordum. 

Üzerimde bir ağırlık vardı ve artık dayanamayacakmış gibi hissediyordum. Uyanık kalmaya çalışıyordum ama göz kapaklarım metal kepenklere dönüşmüştü sanki. Mücadele etmeyi bıraktım.

Uykuya dalarken uyanamayacağımdan emindim.

****

Gözlerimi araladığımda gördüğüm şey karanlık değildi. Gözlerimin bağı da ellerim, ağzım ve ayaklarımın bağı gibi çözülmüştü. Bir kamarada uyanmıştım; üstünde oturduğum yatak oldukça rahattı, odanın bir köşesinde ufak bir masa vardı ve masanın önündeyse bir tabure bulunuyordu. Parke zemine beyaz renkli bir yün halı serilmişti ve boyu benim boyumu geçen suntalam kitaplığın yanında üç ayaklı bir abajur duruyordu. 

Duvardaki saatten gözlerimi bir an bile ayırmıyordum.

Yarım saat önce, okuduğum yahut okumak için can attığım kitaplarla döşenmiş kitaplığı karıştırıyordum. 

Bir saat önce kamaranın minik penceresinden namütenahi maviliği seyrediyordum.

İki saat önceyse bağıra çağıra kamaranın kapısını yumrukluyor, kilidi açmaları için adeta yalvarıyordum.

Yataktan kalktım ve bir umutla kapının camından koridoru kontrol ettim. Sonuç farklı değildi: Ortalıkta kimsecikler yoktu. Kapıdan uzaklaşıp odanın ortasında volta atmaya başladığımda kafamda milyonlarca düşünce dönüyordu. Neden burada olabileceğime dair teoriler üretmeye çalışıyordum ve her ne kadar hayatım pek mantıklı hadiseler silsilesinden meydana gelmiyor olsa bile üretebildiğim fikirlerin hiçbiri aklıma yatmamıştı.

Burada olmamın hiçbir açıklaması olamazdı.

Kendime uslu bir çocuk demezdim ama benden kolay kolay bir vukuat da çıkmazdı. Hayatımda işlediğim en büyük suç lise üçte tuvalette sigara içerken öğretmenin tekine yakalanmış olmamdı ki bu bile oldukça masumdu. Yani bir hatam dolayısıyla burada tutuluyor olamazdım.

Düşündüm, bir insanı neden kaçırırdınız?

Para için mi? Annem ve ağabeyimin benim için ödeyecek tek kuruşu yoktu. 

Bir sır için mi? Yemin ederim, hiçbir şey bilmiyordum. Sırları sevmezdim, sırları yüceltenleri de.

Gözümü korkutmak için mi? Hayır, hayır. Biri bana gerçek bir ders vermek isteseydi muhtemelen ya kafamı klozete sokar ya ağzıma silah tıkar ya da koynuma yılan salardı. 

Kamaranın kapısı ansızın açıldığında olduğum yerde durdum. Hemen hemen annemin yaşındaki bir kadın elinde bir tepsi yemekle odaya girdi.

"Siz kimsiniz? Ne oluyor?" diye sordum aceleyle. Meraktan çatlayacak duruma gelmiştim ya da kıç korkusundan mı demeliyim?

Kadın hiçbir cevap vermedi. Tepsiyi masanın üzerine bıraktı ve "Kıyafetleri giymemişsin." dedi yatağın üzerindeki gri eşofman ve beyaz, desensiz tişörtü işaret ederken.

"Dalga mı geçiyorsunuz?" diye sordum. Sesim elimde olmadan yüksek çıkmıştı. "Ne dönüyor burada? Niye buraya getirdiniz beni?"

"Otur da karnını doyur evladım." dedi söylediklerimi duymamış gibi. "Kendini fazla yorma."

"Ne diyorsunuz siz be!" diyerek ona doğru ilerlediğimde benden hızlı davranıp odadan derhal çıktı ve kapıyı kapayıp kilitledi. Birkaç kez kapıyı yumrukladım ama bir işe yaramayacağını anlayınca tabureye oturup yemeğimi yemeye başladım.

Yemekte kıymalı kalem böreği, kuş üzümlü bulgur pilavı ve cennet çamuru tatlısı vardı; bunlar benim en sevdiklerimdi.

Ama nasıl biliyorlardı ki?

Ve neden bunları benim önüme koymuşlardı?

Bulgur pilavı tepiştirdiğim kaşığı ağzıma sokarken bunun son yemeğim olup olmadığını düşünüyordum. 

İdam mahkumlarına infaz edilmeden önce son kez hangi yemeği yemek istedikleri sorulur ve önlerine ekstra ekmek ve köfteli hamburger menü; iki dilim ekmek, üç dilim Braseola ve dört kadeh beyaz şarabı içeren bir İtalyan öğünü yahut annelerinin onlara küçükken pişirdiği patatesli, köfteli ve bolca da salçalı bir ev yemeği koyulur, sonra da hepsi tok bir karınla toprağın açlığına kurban edilirlerdi.

Ölüm kamaramın kapısında beni bekliyor muydu bilmiyordum ama yemeklerin tadı kesinlikle güzeldi.

****

Üç saattir amaçsızca duvarı izliyordum.

Kitap okumaya çalışmıştım ancak böyle bir ortamda bu pek mümkün değildi. 

Sıkılmıştım ve ne saçmadır ki sıkkınlığım ve bıkkınlığım, korkuma baskın gelmişti. Zaman ilerledikçe başıma bir şey gelme ihtimali beni daha az korkutur, endişelendirir olmuştu. Erken bir karar olduğunu biliyordum ama bana bir şey yapmayı düşündüklerini sanmıyordum. 

Az önce uydurduğum bir şarkıyı mırıldanmaya başlamıştım ki kamaranın kapısı gürpedek açıldı ve içeri takım elbiseli bir adam girdi. Beni kaçıran adamları anımsatıyordu ama onlardan biri değildi. 

Ayaklarımı yataktan aşağı sallandırıp bir an önce dikelmiştim ki odaya giren Yarkın Bey'le birlikte olduğum yerde kalakaldım.

Bana bakarken yarım yamalak gülümsedi.

Onun burada ne işi vardı?

Peki ya benim burada ne işim vardı?











Cruise bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin