0.0

723 45 60
                                    

TW: kan, şiddet

Baji

"Tanrım..."

Göğsüme saplanmış oku çıkartırken bağırmamak için dişlerimi birbirine bastırıp kendimi kasmıştım. Hissettiğim korku, acı ve acizlik öfkemi körüklemiş, kalan son gücümü kullanarak ani bir hamleyle oku çıkarmamı sağlamıştı. Bu ani hareketim birkaç kaburgamın kırılmasına sebep olurken dizlerimin üstüne düşmüş, kan kusmaya başlamıştım. Kulaklarım uğulduyor; başım dönüyordu. Zangır zangır titreyen ellerime aldırmayarak tutunacak bir yerler arıyor, çaresizce ayağa kalkmaya çalışıyordum. Bedenime aldığım darbeler ve hissettiğim acı o kadar fazlaydı ki nefes almak bile zor geliyordu artık.

Boğazımda kalan kanları da tükürdükten sonra kendimi bir ağacın altına sürüklemiş, sırtımı ağacın gövdesine yaslamıştım. O an, her şeyin buraya kadar olduğunu düşünmüştüm. Yıllardır hayatta kalmak için sürdürdüğüm bu savaş bugün bitecekti. Aldığım yaralar o kadar derin ve ağırdı ki; iyileşme belirtisi bile gösteremiyordum. Kaldı ki gecenin bir vakti ormanın ortasındaydım. Yani bana yardım edebilecek birileri de yoktu.

Kalp atışlarımın giderek yavaşladığını hissettiğim dakikalarda burnuma dolan hafif kan kokusuyla nihayet ölüp cehennemi boyladığımı, bunun da rüya gibi bir şey olduğunu düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Kan kokusu, dakikalardır devam ediyordu ve biraz odaklandığımda kokuyu daha yoğun almıştım. Rüya falan değildi ve hâlâ hayattaydım. Bu demek oluyordu ki; yakınlarda kan kaybeden birisi vardı. Kokunun yoğunluğuna göre aldığı yaranın ufak çaplı olduğunu tahmin edebiliyordum.

Arkamdaki ağaca tutunup ayağa kalkmış, aklıma gelen planı uygulamaya koyulmuştum. Yolumun üzerindeki ağaçlardan destek almama rağmen sendeleyerek yürüyor; gözlerimi açık tutmak için büyük bir çaba sarf ediyordum.

Bir evden geldiği belli olan hafif loş ışıkları gördüğümde adımlarımı yavaşlatmış, bir ağacın arkasına geçip eve bakınmıştım. İki katlı bir orman eviydi burası. Işıklar ise salon olduğunu tahmin ettiğim yerden geliyordu. Kan kokusunun kaynağı da ön bahçede odun kesmekle meşgul olan oğlandı. Üstündeki gömleğin kollarını dirseklerine kadar katlamış, önündeki kütüğe koyduğu odunları baltasıyla ortadan ikiye bölüyordu. Zayıf ve güçsüz görünen bedenine rağmen bunu hiç zorlanmadan yapıyordu. Bir an için onun zorlu bir rakip olabileceğini düşünmüştüm. Ama bunun bir önemi yoktu. Ya deneyecektim ya da burada oturup ölmeyi bekleyecektim.

Kucağına aldığı odunlarla birlikte eve girince zaman kaybetmeden peşinden gitmiş, kan ter içinde bir haldeyken kapısına dayanmıştım. Bir elim karnımdaki yaraya baskı uygularken boştaki elimle kapıya yumruk atmıştım.

"Aç şunu.. lütfen."

Kapısına vurmamın üzerinden dakikalar geçmesine rağmen hâlâ açmamıştı kapıyı. Bir an için halüsinasyon falan gördüğümü, beynimin bana oyun oynadığını düşünmüştüm. Belki de odun doğrarken elini yaralayan o çocuk hiç yoktu ve ben şu an ağaç falan yumrukluyordum. 

Kapıya son bir yumruk atıp elimi duvara; alnımı da kapıya yaslamıştım. Vücudum çaresizlik ve acıyla kıvranırken yavaş yavaş dizlerimin üstüne çökmüş, kapının aniden açılmasıyla da başım öne doğru düşmüştü. 

Hayal değildi yani.. kapıyı açmıştı.

Birkaç saniye soluklandıktan sonra başımı kaldırıp karşımdaki oğlana bakmıştım. Bir elini kapının kenarına dayamış, diğer eliyle de gömleğinin açıkta kalan düğmelerini ilikliyordu. Paniklemiş gibi bir hali vardı. Muhtemelen aklından "bu saatte kapıma hangi deli abanıyor?" diye geçiriyordu. Çatılı kaşları ve hafif aralanmış dudakları bunu gösteriyordu. Boğazımdan yükselen kan dudaklarımdan akmaya başladığında ise yüzündeki ifade dağılmış; gömleğiyle uğraşmayı da bırakmıştı. Çatılı kaşları havalanmış, ifadesi dehşet dolu bir hal almıştı. Başımı yana eğip dudağımdaki kanı elimin tersiyle silmiş, aklıma gelen ilk yalanı söylemeye koyulmuştum.

"Saldırıya uğra-"

Cümlemi bitirmeme izin vermeden kolumun altına girip beni kaldırmış ve evine almıştı. İçeri girer girmez fena bir sıcaklıkla karşılaşmıştım. Gereğinden fazla sıcaktı burası.

"İlk yardım çantası getireceğim. Bekleyin beni."

Beni koltuğa oturttuktan sonra üst kata çıkıp gözden kaybolmuştu. Böylelikle, planımın ilk aşaması tamamlanmıştı. Geriye sadece onu bayıltıp kanını sömürmek kalıyordu. Etrafa son bir bakış atıp ayaklanmış, merdivenleri ağır ağır çıkmaya başlamıştım. Kalan son gücümü onu devirmeye harcayacaktım. Bu yüzden de olabildiğince ağır hareket ediyordum. Merdivenlerin sonunda beni uzun bir koridor ve üç kapı karşılamıştı. Sağımda kalan kapı hafif aralıktı ve lambası yanıyordu. Aralık kapıyı yavaşça ittirip içeri girdiğimde onu arkası dönük bir şekilde bulmuştum. Elindeki ilk yardım çantasıyla bana döndüğünde önce ürkmüş, ardından kaşları çatılmıştı.

"Neden buraya kadar çıktınız? Ben getiriyordum ilk yardım çantasını. Başka bir şeye mi ihtiyacınız var yoksa?"

Ses tonundaki endişeyi hissetmiştim. Bana gerçekten yardım etmek istiyordu. Ama yapabileceği tek şey, bana kanını sunmaktı. Eh, bunu da ona söylemeyeceğime göre elimde başka seçenek kalmıyordu.

Düşünmeyi bırakıp bütün gücümü topladım ve karşımdaki oğlanın tepki bile veremeyeceği bir hızla üstüne atladım.

Ama sadece bununla kaldım. Benden hızlı davranmıştı.

Göğsüme dayanan namluyu hissettiğimde başımı eğip yere bakmış, ona bir adım bile yaklaşamadığımı görmüştüm.

Adım atmama bile fırsat vermeyecek kadar hızlı davrandı..

Bir eli silahı tutmaya devam ederken diğer elini cebine atıp bir şey çıkarmıştı. Ne olduğunu göremedim çünkü başımı kaldırmaya korkuyordum; gözlerimle takip edebildim hareketlerini. Sol boynumda keskin bir acı hissettiğimde cebinden çıkardığı şeyin bir şırınga olduğunu anlayabilmiştim. İçindeki sıvıyı damarıma enjekte eder etmez gözlerim kararmış, dengem bozulmuştu. Düşmemek için omuzlarına tutunmuştum; göğsüme silah dayayan adamın. Kulaklarım çınlıyor, nefesim kesiliyordu. Belki birkaç saniye sonrasında canımı alacak olan kişinin kollarında hayat bulmaya çalışmıştım. Beni öldürecek olsa bile bırakmasını istemedim güçsüz bedenimi. Ona tutunmama izin vermezse, kaybederdim.

Tanrım, lütfen.. bir kere şaşırt beni.

Gözlerim kapanmadan hemen önce başımı kaldırıp yüzüne baktım. O an, çok güzel görünmüştü gözüme. Siyah saçlarının gölgelendirdiği; çatılı kaşlarının biçimlendirdiği safir mavisi gözlerinde kaybolmak istedim. Ölmeyi istemedim o an. Gözlerindeki okyanusta kaybolmak istedim sadece. Eğer ölürsem bir daha onu göremezdim.

Bilincim kapanmadan hemen önce ise kollarını sırtıma doladığını hissettim.

"Üzgünüm, ölmek için geç kaldın."

Never Too Late | BajifuyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin